Выбрать главу

“Ah, Rand, benim de sana verecek bir armağanım var.” Elayne bir kamp masasında duran fildişi mücevher kutusuna seğirtti ve içinden küçük bir nesne aldı. Çeliği kısa ve kör bir hançerdi ve geyik boynuzundan kabzasına altın tel sarılmıştı.

Rand hançeri inceledi. “Alınma, ama bu kötü bir silaha benziyor Elayne.”

“Bu bir ter’angreal, Shayol Ghul’e gittiğinde işine yarayabilecek bir şey. Bunu kullandığında Gölge seni göremez.” Uzanıp Rand’ın yüzüne dokundu.

Rand da elini onunkinin üzerine koydu.

Gecenin ilerleyen saatlerine dek çadırda kaldılar.

10

EJDERLERİN KULLANIMI

Perrin, Saglam’ı sürüyordu. Elayne’in hafif süvarileri de peşinden geliyordu: Beyazcübbeler, Mayeneliler, Ghealdanlılar ve Kızıl El Birliği’nden bazıları. Ordularının yalnızca bir kısmı. Asıl amaç da buydu.

Caemlyn dışında kamp kurmuş Trolloclara doğru, çapraz saldırdılar. Şehir hâlâ için için yanıyordu. Elayne’in yağ kullanma planı yaratıkların çoğunun şehirden kaçırmıştı, ama bazıları hâlâ yukarıdaki duvarlarda tutunuyordu.

“Okçular,” diye bağırdı Arganda, “ok bırak!” Saldırının gürültüsünde, atların kişnemesi, nal sesleri arasında sesi boğulup gidecekti. Okların atılmaya başlanmasına yetecek kadar duyulacaktı ve geri kalanlar da emir verildiğini anlayacaktı.

Perrin, bu saldırıda çekicine ihtiyaç duyulmayacağını umarak eğildi. Ok yağdırarak Trollocların ön saflarını süpürüp geçtiler; sonra şehre sırtlarını döndüler.

Perrin at sürerken omzunun üzerinden arkasına baktı ve yere düşen Trollocların görüntüsüyle ödüllendirildi. Birlik Perrin’in süvarilerini takip ederek, ok atacak kadar yakına sokulmuştu.

Trolloc okları yağmaya başladı – devasa yaylardan bırakılan kalın, siyah, mızrağa benzeyen oklar. Perrin’in askerlerinden bazıları düştü, ama saldırı hızlı olmuştu.

Trolloclar şehir duvarlarının önündeki yerlerinden ayrılmadılar. Biniciler yavaşladı. Arganda Perrin’in yanına gelerek, omzunun üzerinden izledi.

“Hâlâ saldırmıyorlar,” dedi Arganda.

“O zaman biz tekrar tekrar saldırırız,” dedi Perrin. “Ta ki onlar dağılana kadar.”

“Saldırılarımız sürüyor Majesteleri,” dedi haberci, atını iki Kandaş’ın açtığı kapıyoldan geçirip Elayne’in Orman’daki kampına gelerek. “Lord Altıngöz haber yolladı; gerekirse gün boyunca devam edecekler.”

Elayne başını salladı ve haberci geri döndü. Braem Ormanı uyuyordu. Ağaçlar, kış gelmiş gibi yapraksızdı. “Bana haber getirip götürmek çok emek gerektiriyor,” dedi Elayne hoşnutsuzlukla. “Keşke o ter’angrealleri çalıştırabilseydik. Aviendha bir tanesinin uzakları görmene, diğerinin ise uzaklarla konuşabilmene yaradığını söyledi. Ama Lini’nin dediği gibi, dilekler ve istekler ayağına köstek olur. Yine de, savaşı kendi gözlerimle görebilseydim…”

Bitgitte hiçbir şey söylemedi. Gözlerini ileriye dikmiş olan altın saçlı Muhafız, yorumu duyduğuna dair hiçbir işaret vermedi.

“Ne de olsa,” dedi Elayne, “daha önce sayısız defa kanıtladığım gibi, ben kendimi savunabilirim.”

Yanıt yok. İki at, yumuşak toprak üzerinde ses çıkarmadan, yan yana yürüyordu. Çevrelerindeki kamp aceleyle kaldırılıp nakledilebilecek şekilde kurulmuştu. Askerlerin ‘çadırları’ ağaçların arasına gerilmiş halatlara asılmış brandalardan ibaretti. Elayne’in kendi çadırındaki ve kumanda çadırındakiler haricinde kamp mobilyası yoktu. Kandaşlardan bir grup, Elayne ve kumandanlarını ormanın içlerine götürecek kapıyolları hazır etmişlerdi.

Elayne’in güçlerinin büyük kısmı, ok takılıp kirişi çekilmiş yay gibi gergin, bekliyordu. Ama Elayne, Trolloclarla onların seçtiği koşullar altında savaşmayacaktı. Raporlara göre, bazı Trolloc yumrukları şehir duvarlarını tutmuşlardı ve yukarıdan tepelerine ölüm yağarken, doğrudan saldırmak felaket olurdu.

Onları şehirden dışarı çekecekti. Eğer bu sabır gerektiriyorsa, öyle olsundu. “Kararımı verdim,” diye devam etti Elayne, Birgitte’e hitaben. “Bir kapıyoldan geçip Trolloc ordusunu kendi gözlerimle göreceğim. Güvenli bir mesafeden. Ben…”

Birgitte gömleğinin altına uzandı ve taktığı tilki başı madalyonu çıkardı. Madalyon, Elayne’in yaptığı üç kusurlu kopyadan biriydi. Orijinal ve bir kopya Mat’teydi. Mellar üçüncü kopyayı alıp kaçmıştı.

“Öyle bir şey deneyecek olursan,” dedi Birgitte, gözlerini önünden ayırmadan, “şamatalı bir meyhanedeki bir ayyaşın hizmetkar kadını omzuna attığı gibi atarım seni omzuma, kampa kadar da indirmem. Işık bana yardım etsin, yaparım da Elayne.”

Elayne kaşlarını çattı. “Sana o madalyonu tam olarak neden verdiğimi bir daha hatırlatsana bana.”

“Emin değilim,” dedi Birgitte. “Senin açından olağanüstü öngörülü bir hareketti ve kendi kendini koruma güdünün ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu. Hiç huyun değildir halbuki.”

“Bu hiç adil değil Birgitte.”

“Biliyorum! Seninle uğraşmak zorunda olmak gerçekten de bana büyük haksızlık. Fark ettiğini hiç sanmıyorum. Tüm genç Aes Sedailer senin kadar pervasız mı, yoksa bana mı öylesi düştü?”

“Sızlanmayı kes,” diye mırıldandı Elayne, gülümsemesini bozmadan ve onlar yanlarından geçerken selam veren askerlere başını sallayarak. “Kule eğitimli bir Muhafızım olduğunu dilemeye başlıyorum. O zaman en azından bunca küstahlık duymazdım.”

Birgitte kahkaha attı. “Muhafızlar hiç de sandığın gibi değil Elayne.” Yolculuk alanının yanından geçerlerken Elayne konunun kapanmasına izin verdi. Sumeko ve diğer Kandaş kadınlar orada, kampla savaş meydanları arasında mesaj getirip götürüyorlardı. Şimdilik Elayne’le yaptıkları anlaşmalar geçerliydi.

Elayne, Egwene’in –Amyrlin Makamı’nın– Kandaşlar ve Elayne’in yaptıklarıyla ilgili resmi cevabını elbisesinin cebinde taşıyordu. Mektubun hararetini neredeyse hissedebiliyordu, ama Egwene duygularını resmi bir dilin arkasında gizlemişti ve bu tür konularda endişelenme zamanı olmadığı konusunda hemfikir olduğunu ifade etmişti.

Elayne’in o konuda daha fazla çalışması gerekecekti. Egwene, Kandaşların Elayne’in gözetimi altında, Andor’da çalışmasına izin vermenin ne kadar mantıklı olduğunu eninde sonunda görecekti. Yolculuk alanının hemen ötesinde yorgun görünüşlü bir Shienarlının İki Nehirli adamların birinden bir su tulumu kabul ettiğini fark etti. Tepe tutamlu adamın göz yaması ve aşina gelen bir yüzü vardı.

“Uno?” diye sordu Elayne şokla, Aygölgesi’nin dizginlerini çekip durarak.

Uno irkildi ve içtiği suyu üzerine dökeyazdı. “Elayne?” diye sordu, alnını koluna silerek. “Senin kahrolası – Kraliçe olduğunu duydum. Lanet Kız-Veliaht olduğuna göre, doğrudur herhalde diye düşündüm. Affedersin. Kız-Veliaht. Lanet falan değil.” Shienarlı yüzünü buruşturdu.

“İstediğin kadar küfredebilirsin Uno,” dedi Elayne kuru kuru. “Nynaeve yakında değil. Burada ne işin var?”

“Amyrlin,” dedi adam. “Kahrolası bir haberci istedi ve seçtikleri lanet kişi de ben oldum. Egwene’in kahrolası raporunu kumandanlarından birine verdim bile, ne işe yarayacaksa. Lanet savaş saflarını kurduk ve Kandor’da kol gezmeye başladık. Koca bölge kahrolası bir kargaşa. Ayrıntı istiyor musun?”