Aniden yükseklik korkusuna kapıldı. Onlarca metre yüksekte duruyordu. Başı dönünce derin bir nefes alarak geri çekildi.
“Bu şeyin çevresine halat germen lazım,” dedi Egwene. “Biri deliğe düşebilir.” Ya da aşağıya bakarken tepe üstü uçabilir…
Bryne homurdandı. “Öyle bir şey ayarlaması için Siuan’ı gönderdim.” Duraksadı. “Ama buradan gönderilmekten pek hoşlanmadı, bu yüzden işe yaramaz bir şeyle geri dönebilir.”
“Merak edip duruyorum,” dedi Yukiri. “Böyle bir kapıyolu içinden yalnızca ışık geçecek şekilde yaratmanın bir yolu var mıdır acaba? Pencere gibi. Üzerinde durup aşağı bakabilirsin, ama deliğe düşmekten korkmazsın. Doğru örgülerle, diğer yandan görülmemesini de sağlarsın…”
Üzerinde durmak mı? Işık, çıldırmış olman gerek.
“Lord Bryne,” dedi Egwene, “savaş hatların çok sağlam görünüyor.”
“Teşekkür ederim Anne.”
“Aynı zamanda noksanlar.”
Bryne başını kaldırdı. Başka adamlar hemen öfkelenirdi, ama Bryne öfkelenmemişti. Belki de Morgase’le başa çıkma deneyimi sayesinde. “Ne açıdan?”
“Birlikleri olağan şekilde dizmişsin,” dedi Egwene. “Düşmanın ilerlemesini engellemek için okçular önde ve tepelerin üzerinde. Aniden saldırmak, vurmak ve geri çekilmek için ağır süvari. Safları korumak için kargılar, kanatları korumak ve bizi kuşatmalarını engellemek için hafif süvariler.”
“En sağlam stratejiler genellikle zamanın sınadığı stratejilerdir,” dedi Bryne. “Onca Ejderyeminliyle birlikte büyük bir ordumuz olabilir, ama yine de sayıca azınlıktayız. Burada planladığımdan daha saldırgan davrananlayız.”
“Evet, davranabiliriz,” dedi Egwene sakin sakin. Bryne ile göz göze geldi. “Bu daha önce savaştığın savaşların hiçbirine benzemiyor ve ordun daha önce önderlik ettiğin hiçbir ordu gibi değil General. Hesaba katmadığın büyük bir avantajın var.”
“Aes Sedaileri mi kastediyorsun?”
Kahrolası evet, onları kastediyorum, diye düşündü Egwene. Işık, Elayne’in yanında çok fazla zaman geçirmişti.
“Sizleri de hesaba kattım Anne,” dedi Bryne. “Aes Sedaileri, birliklerin dinlenmiş olanlarla rotasyonunda, cepheden ayrılanlara yardım edecek yedek kuvvet olarak kullanmayı planlamıştım.”
“Affedersin Lord Bryne,” dedi Egwene. “Planların akıllıca ve Aes Sedailerin bir kısmı kesinlikle bu şekilde kullanılabilir. Bununla birlikte, Beyaz Kule binlerce sene boyunca, Son Savaş’ta yedek kuvvet olmak için hazırlanıp eğitim almadı.”
Bryne başını salladı ve belge yığınının altından yeni bir deste çıkardı. “Daha… dinamik olasılıkları düşünmüştüm, ama yetkemi aşmak istemedim.” Belgeleri Egwene’e uzattı.
Egwene tek kaşını kaldırarak belgeleri gözden geçirdi. Sonra gülümsedi.
Mat, Ebou Dar çevresinde bu kadar çok Tenekeci gördüğünü hatırlamıyordu. Sararmış çayırda parlak renklere boyanmış at arabaları mantar gibi bitmişti. Koskoca bir şehir oluşturacak kadar çok araba vardı. Bir Tenekeci şehri? Bu… bir Aiel şehri gibi olurdu. İnsana yanlış geliyordu.
Mat, Zar’ı yol boyunca tırıs koşturuyordu. Elbette bir Aiel şehri vardı. Belki bir gün bir Tenekeci şehri de olurdu. O şehir, dünyada üretilen tüm renkli boyaları satın alırdı ve dünyanın geri kalanının kahverengi giysiler giymesi gerekirdi. Şehirde kavga çıkmazdı, bu yüzden hayat çok sıkıcı olurdu, ama otuz fersah dahilinde dibi delik tek bir lanet tencere de olmazdı.
Mat, Zar’ı okşayarak gülümsedi. Ashandareisini elinden geldiğince örtmüş, atının sırtına bir yürüyüş asası bağlamış gibi görünmesini sağlamıştı. Şapkası heybeden sarkıttığı sırt çantasının içindeydi. Tüm iyi ceketleri de öyle. Üzerindeki ceketin dantellerini sökmüştü. Yazık olmuştu, ama tanınmak istemiyordu.
Başına kaba bir sargı dolayarak, eksik gözünü saklamıştı. Dal Eira kapısına yaklaşırken, içeri girme izni bekleyenlerin oluşturduğu sıranın arkasına geçti. Sığınak ya da belki iş arayarak şehre gelmiş yaralı bir paralı askere benzemeye çalışıyordu.
Eyerde kamburunu çıkararak oturmaya özen gösteriyordu. Başını eğ: hem savaş meydanında, hem de insanların sizi tanıdığı bir şehre girerken, iyi bir tavsiyeydi. Burada Matrim Cauthon olamazdı. Matrim Cauthon bu şehrin kraliçesini bağlayıp öldürülmek üzere bırakmıştı. Pek çok kişi cinayeti onun işlediğinden kuşkulanıyor olmalıydı. Işık, kendisi olsa o da kendinden şüphelenirdi. Beslan ondan nefret ediyor olmalıydı ve bu kadar zamanı ayrı geçirdikten sonra Tuon’un da onun hakkında neler hissettiğini bilmek imkansızdı.
Evet, başını kaldırmamak ve ses çıkarmamak en iyisiydi. Mekânı bir yoklayacaktı. Eğer şu lanet sıranın önüne geçebilirse. Şehre girmek için sıraya girildiği nerede görülmüştü?
Sonunda kapıya geldi. Kapıdaki sıkkın askerin yüzü, eskimiş küreğe benziyordu – kirle kaplıydı ve bir yerlerde bir barakaya kapatılsa daha iyi olurdu. Adam Mat’i tepeden tırnağa süzdü.
“Yeminlerini ettin mi yolcu?” diye sordu asker, tembel bir Seanchan aksanıyla. Kapının diğer yanında başka bir asker, sırada bekleyen bir sonraki adamı yanına çağırdı.
“Evet, ettim,” dedi Mat. “Büyük Seanchan İmparatorluğu’na ve İmparatoriçe’nin kendisine, sonsuza dek yaşasın. Ben yalnızca fakir, gezgin bir kiralık kılıcım. Eskiden, Murandyli asil bir aile olan Haak Evi’ne hizmet ediyordum. İki sene önce, ormanda bulduğum küçük bir çocuğu korurken Tween Ormanı’nda bazı haydutlarla kavgaya tutuştum ve gözümü kaybettim. Kızı kendi çocuğum gibi yetiştirdim, ama…”
Asker geçmesini işaret etti. Adam dinlememişti bile. Mat sırf ilke gereği yerinden ayrılmamayı düşündü. Askerler sizi dinlemeyeceklerse, neden bu kadar uzun bir sırada beklemeye zorluyor ve iyi bir hikâye uydurmaya yetecek kadar zaman veriyorlardı ki? Bu insanı gücendirebilirdi. Matrim Cauthon’u değil ama, o her zaman neşeliydi ve asla alınıp gücenmezdi. Ama başkası olsa mutlaka gücenirdi.
Sinirini bastırmaya çalışarak atını sürdü. Şimdi doğru meyhaneyi bulması gerekiyordu. Setalle’nin hanına gidemeyecek olması yazıktı. O han..
Mat eyerinde gerildi, ama Zar rahat adımlarla yürümeye devam etti. Mat kapıdaki diğer nöbetçiyi görmüştü. Petra’ydı, Valan Luca’nın sirkindeki güçlü adam!
Mat başını çevirdi ve yine eyerinde kamburunu çıkardı, sonra dönüp omzunun üzerinden tekrar baktı. Sahiden de Petra’ydı. O kütükten farksız kolları ve ağaç gövdesine benzeyen boynu tanımamak imkansızdı. Petra uzun boylu bir adam değildi, ama o kadar genişti ki, gölgesine koca bir ordu sığabilirdi. Ebou Dar’da ne işi vardı? Neden üzerinde Seanchan üniforması vardı? Mat neredeyse gidip onunla konuşacaktı, çünkü o her zaman cana yakın biri olmuştu, ama o Seanchan üniforması yüzünden fikrini değiştirdi.
Eh, en azından şansı yaver gidiyordu. Konuştuğu nöbetçi yerine Petra’ya gönderilseydi, Petra onu kesin tanırdı. Mat nefes verdi, sonra atından inerek Zar’ı yularından çekmeye başladı. Şehir kalabalıktı ve atının kimseyi devirmesini istemiyordu. Dahası –eğer bakan kişi attan anlamıyorsa– Zar yük atı gibi görünecek kadar yüklenmişti ve yürürse daha az insan onu hatırlardı.
Belki arayışına Rahad’da bir meyhanede başlamalıydı. Rahad’da söylenti bulmak, zar oyunu bulmak kadar kolaydı. Aynı zamanda, karnınıza saplanmış bir bıçağı en kolay bulabileceğiniz yer Rahad’dı; hem de Ebou Dar gibi bir şehirde. Rahad’da, insanlar sabahleyin günaydın dercesine rahatça, hançerlerini çıkarıp cinayet işlemeye başlayabilirdi.