Ama burada hilelerden daha fazlasını yapacaktı. Rüzgarlar Rand’ın çevresinde yükselirken Trolloclar bağrıştı. Bu yönlendirmenin sonucu değildi, henüz değil.
Rand’dı. Burada olması. Onun karşısında olması.
Farklı akıntılar çarpıştığı zaman deniz dalgalanırdı. Sıcak havayla soğuk hava karıştığı zaman rüzgarlar sertleşirdi. Ve Işık Gölge’yle yüzleştiğinde… fırtınalar yükselirdi. Rand bağırdı ve doğasının fırtınayı çalkalamasına izin verdi. Karanlık Varlık onu boğmaya çalışarak kendi varlığını dünyaya dayattı. Desen’in eşitliğe ihtiyacı vardı. Dengeye ihtiyacı vardı.
Ejder’e ihtiyacı vardı.
Rüzgarlar güçlendi, şimşekler havayı yardı, siyah tozlar ve yanık saplar döne döne fırtınanın içinde yükseldi. Myrddraaller Trollocları ona saldırmaya zorlarken, Rand sonunda saldırdı. Yaratıklar rüzgara karşı atıldılar ve Rand şimşeklerin yönünü değiştirdi.
Yönlendirmek kontrol etmekten çok daha kolaydı. Hazır esen bir fırtına varken zorla şimşek yaratması gerekmiyordu – onu teşvik etmesi yeterliydi.
Peş peşe yüz şimşek, Trollocların ön saflarını yok etti. Kısa süre sonra, yanık etin ekşi kokusu fırtınanın içindeki buğday saplarına karışmış, dönüyordu. Trolloclar gelmeye devam ederken Rand kükredi. Çevresinde Ölümkapıları açıldı, yerin yüzeyinde sudayürüyenler gibi kayan ve Trollocları ölüme düşüren kapıyollar. Gölgegölleri Yolculuk’tan canlı çıkamazdı.
Rand ona ulaşmaya çalışan Trolloclara saldırırken, çevresinde fırtınalar yükseldi. Karanlık Varlık buraya hükmetmeyi mi düşünmüştü? Bu toprakların zaten bir kralı olduğunu görecekti! Görecekti ki bu savaş…
Bir kalkan, Rand’ı Kaynak’tan kesmeye çalıştı. Rand kahkahalar atarak döndü ve kalkanın kaynağını kestirmeye çalıştı. “Taim!” diye bağırdı, ama fırtına sesini aldı ve boğdu. “Geleceğini umut ediyordum!”
Bu, Lews Therin’in durmaksızın ondan talep ettiği savaştı, Rand’ın başlamaya cesaret edemediği savaş. Şimdiye dek değil, kontrolün onda olduğunu hissedene kadar değil. Gücünü topladı, ama sonra bir kalkan daha çarptı, bir tane daha.
Rand daha fazla Tek Güç çekti; şişman adam angrealiyle çekebildiği kadar. Kalkanlar, sivrisinekler gibi gelmeye devam ettiler. Hiçbiri onu Kaynak’tan kesebilecek kadar güçlü değildi, ama onlardan düzinelercesi vardı.
Rand sakinleşti. Huzur aradı, yıkımın huzurunu. O hayattı, ama aynı zamanda ölümdü. O, bu dünyanın cisimleşmiş haliydi.
Saldırdı ve yakındaki moloz yığınında saklanan, göremediği bir Dehşetlordunu yok etti. Ateş çağırdı ve ikinci bir tanesine göndererek, onu da yakıp kavurdu.
Kadınların örgülerini göremiyordu – yalnızca kalkanlarını hissedebiliyordu.
Çok zayıf. Kalkanlar çok zayıftı, ama saldırıları Rand’ı endişelendiriyordu. Çok hızlı gelmişlerdi, en az üç düzine Dehşetlordu, ve her biri onu Kaynak’tan kesmeye çalışıyordu. Bu tehlikeliydi – onun gelişini bekliyor olmaları. Bu yüzden Lan’e yönlendiriciler kullanarak, şiddetle saldırmışlardı. Rand’ı açığa çekmek için.
Rand saldırıları savuşturdu, ama hiçbiri gerçekten ona kalkan koyabilecek kadar güçlü değildi. Tek bir kişi, onun tuttuğu kadar saidin tutan birini kesemezdi. Bunun yerine…
Olmadan hemen önce anladı. Diğer saldırılar yalnızca örtmeceydi. Şimdi erkekler ve kadınlardan oluşmuş bir halkanın saldırısı gelecekti. Ve buna bir erkek önderlik edecekti.
İşte! Bir kalkan çarptı, ama Rand hazırlanacak kadar zaman bulmuştu. Boranın içine Ruh yönlendirdi, Lews Therin’in anılarını kullanarak düşünmeden ördü ve kalkanı savuşturdu. Onu ittirdi, ama yok edemedi.
Işık! Tam bir halka olmalıydı bu. Kalkan yaklaşırken Rand homurdandı. Gökyüzünde canlı bir desen oluşturmuştu kalkan; boraya rağmen kıpırtısızdı. Rand bir Ruh ve Hava dalgasıyla ona direndi ve boğazına dayanan bir bıçağı ittirir gibi ittirdi.
Boranın kontrolünü kaybetti.
Çevresinde şimşekler çakıyordu. Diğer yönlendiriciler fırtınayı güçlendirmek için ördüler – onu kontrol etmeye çalışmadılar, çünkü buna gerek yoktu. Fırtınanın kontrolden çıkması onların işine geliyordu, çünkü her an Rand’a çarpabilirdi.
Rand daha da yüksek sesle, daha büyük kararlılıkla kükredi. Seni yeneceğim Taim! Aylar önce yapmış olmam gereken şeyi yapacağım sonunda!
Ama öfkenin, çılgınlığın onu çatışmaya çekmesine izin vermedi. Bunu göze alamazdı. Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu öğrenmişti.
Burası yeri değildi. Burada savaşamazdı. Savaşırsa kaybederdi.
Rand bir güç dalgasıyla ittirdi ve Taim’in kalkanını geri fırlattı. Sonra bir anlık arayı kullanarak bir kapıyol ördü. Kızlar hemen kapıyoldan geçtiler ve Rand, rüzgara karşı başını eğerek, gönülsüzce takip etti.
Lan’in çadırına atladı. Moiraine, Rand’ın talep ettiği gibi, orada açık bir alan bırakmıştı. Kapıyolu kapattı ve rüzgarlar kesildi, gürüldü dindi.
Rand yumruğunu sıktı. Nefes nefese kalmıştı ve yüzünden ter akıyordu. Burada, Lan’in ordusunun olduğu yerde, fırtına uzakta kalıyordu, ama Rand gümbürtülerini duyabiliyordu ve hafif rüzgarlar çadırı sallıyordu.
Rand dizleri üzerine çökmemek için mücadele etmek zorunda kaldı. Derin derin nefes aldı. Zorlukla nabzını yavaşlattı ve yüzünü sakinleştirdi. Kaçmak değil savaşmak istiyordu! Taim’i yenebilirdi!
Ve bunu yaparken o kadar zayıflardı ki, Karanlık Varlık onu kolaylıkla ele geçirebilirdi. Yumruğunu zorla açtı ve duygularını kontrol altına almaya çalıştı.
Başını kaldırıp Moiraine’in sakin, bilgiç yüzüne baktı.
“Tuzak mıydı?” diye sordu Moiraine.
“Tuzaktan çok,” dedi Rand, “iyi hazırlanmış ve yakınına nöbetçiler konmuş bir savaş meydanı. Maradon’da yaptıklarımı biliyorlar. Benim görüldüğüm yere Yolculuk edecek ve bana saldıracak Dehşetlordu ekipleri olmalı.”
“Bu saldırı yöntemindeki hatayı gördün mü?” diye sordu Moiraine.
“Hata… hayır. Kaçınılmazlık, evet.”
Bu savaşı tek başına veremezdi. Bu sefer değil.
Halkını korumak için başka bir yol bulması gerekecekti.
12
BİR ANIN KIRINTISI
Birgitte, yaylarını kaldırmış otuz Aiel’le birlikte ormanda koşuyordu. Ses çıkarıyorlardı –çıkarmamak imkansızdı– ama Aieller başkalarının çıkaracağından çok daha az ses çıkarıyorlardı. Devrilmiş kütüklerin üzerine atlıyor, beceriyle kütük boyunca koşuyor, sonra üzerine basacak taşlar buluyorlardı. Sarkan dallara çarpmamak için eğiliyor, kıvrılıyor, bükülüyorlardı.
“Burası,” dedi Birgitte kısık sesle, kırık bir tepenin yamacını dolanarak. Neyse ki sarmaşıklarla kaplı mağara hâlâ buradaydı. Önünde küçük bir dere akıyordu. Aieller eğilerek içeri girdiler. Su, buradan geçtiklerini anlatacak her tür kokuyu yok etti.
İki adam yabani hayvan patikasını izleyerek yollarına devam ettiler. Şimdi daha fazla ses çıkarıyorlar, geçtikleri dallara sürtünüyorlardı. Birgitte mağarada saklanan diğerlerine katıldı. İçerisi karanlıktı ve küf ve toprak kokuyordu.
Yüzyıllar önce, haydut olarak bu ormanda yaşarken de bu mağarada saklanmış mıydı? Bilmiyordu. Geçmiş yaşamlarını nadiren hatırlıyordu. Moghedien tarafından doğal olmayan bir şekilde bu dünyaya getirilmeden önce, Düşler Dünyası’nda geçirdiği ara senelere dair anılar gelip geçiyordu bazen.