Выбрать главу

– Bu kuş benim için ötüyor, deyince öteki karşı çıkmış.

– Hayır, benim için ötüyor!

"Senin için, benim için"derken iş büyümüş, sille tokat, tekme yumruk, saç baş dövüşmüşler. İş mahkemeye düşmüş. İki köylüyü"Kayserili Kadı"adındaki biri yargılayacakmış. Köylülerden biri duruşmadan önce Kadı'nın evine giderek ona besili bir kaz hediye etmiş. Öteki de aynı şekilde davranarak bir hindi vermiş. Ertesi gün duruşmaya çıkarak davalarım anlatıp Kadı'nın bir karara varmasını istemişler. Kadı kararını açıklamış:

– O bülbül, ne senin için öttü, ne de senin… Benim için öttü, benim…

93– Asker korkmaz.

Komutan içkiyi yasakladı ve sık sık hatırlanması için duvara"Alkol öldürür"diye yazdırdı.

Ertesi sabah, bu yazının altına muzip bir asker tarafından bir cümle eklenmişti:"Asker ölümden korkmaz."

94– Kayserili

Profesör, öğrencileriyle birlikte koğuşları geziyormuş. Bir ara yüzü oldukça solgun bir hastanın önünde durmuş, öğrencilerden birine:

– Koleralı olan hasta bu mu? diye sormuş. Öğrencisinin cevap vermesine fırsat kalmadan hasta yattığı yerden atılmış:

– Hayır doktor bey, ben koleralı moleralı değilim. Özbeöz Kayseriliyim!

95– Olamam

Kayserilinin biri Amerika'ya gitmiş. Yirmi yıldan beri Amerika'da oturan hemşerisini arayıp bulmuş. Biraz lafladıktan sonra sormuş:

– Bunca yıl burada ne iş yapıyorsun?

– Geldiğimden beri aynı fabrikada çalışıyorum. Türkiye'den gelen kızmış:

– Yahu insan yirmi yıldan beri çalıştığı fabrikanın sahibi olmaz mı? Sen ne biçim Kayserilisin?

– Olamam, olamam, bu fabrikanın sahibi olamam!

– Niye?

– Fabrikanın sahibi de Kayserili de ondan…

96– Neşenin kaynağı

Neyzen Tevfik'e bir gün şöyle sormuşlar:

– Neyzen! Çalarken mi neşelenirsin yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?

Neyzen, adı hırsıza çıkmış bir adamın adını vererek cevaplamış:

– Ben o muyum ki, çaldığım zaman neşeleneyim…

97– Fasulye gibi vali

Seçimlerin birinden hemen sonra siyasî yönden merdiven kurmaya çalışanlar çoğalmıştı. Bakan olur olmaz yeğenim vali yapan birine Neyzen Tevfik şöyle demiş:

– Maşaallah kardeşinizin oğlu tıpkı fasulyeye benziyor. Bakan:

– Neden böyle söylüyorsun Neyzen? Genç yaşta vali oldu. Neyzen taşı gediğine koymuş:

– Ben de onun için söylüyorum zaten. Malûm ya fasulye de bir sırığa sarılarak büyür hep!

98– Yumurtanın tazesi bayatı

Tanıdıklarından biri, yazdığı romanın müsveddelerini Neyzen Tevfık'e göstererek, fikrini sorar: • Neyzen:

– Beğenmedim. Müsveddelerin yazarı:

– İyi ama siz hiç roman yazmadınız ki! deyince, Neyzen Tevfik şu cevabı verir:

– Ben yumurtanın tazesini bayatını anlıyorum ama hiç yumurtlamadım ki!

99– Rica ediyorsa

Garson müşteriye seslendi:

– Beyefendi, karınız sizin telefona gelmenizi rica ediyor… Adam:

– Rica mı ediyor, o halde karım değildir.

100– Kim yazdı?

Edebiyat sınavında oğretmen sormuş:

– Hamlet'i kim yazdı?

– Ben yazmadım efendim, demiş öğrenci.

Öğretmen, o akşam davet edildiği bir yemekte bu olayı sağında oturana anlatmış. Adam:

– Gerçekten o yazmamış mı? deyivermiş.

Öğretmenin canı sıkılmış. Solunda oturana hem öğrencisinin, h°m sağında oturanın sözlerini aktarmış. Solundaki sormuş:

– Yazan o değil miymiş?

Adamcağızın büsbütün canı sıkılmış. Yemekten sonra evin hanımına olayı ve üç cevabı anlatmış. Kadın:

– Vah vah! demiş. Demek, Hamlet'i kimin yazdığı anlaşılmayacak!

Öğretmen alıklaşmış… Davetliler arasındaki bir İngilize aldığı cevaplardan söz etmiş:

– Düşününüz, demiş, evin hanımı da bana"Demek, Hamlet'i kimin yazdığı anlaşılmayacak"dedi.

İngiliz biraz düşündükten sonra cevap vermiş:

– Hanımın hakkı var.

101– Üzülmez olur muyum?

Kocasının kafasında şemsiye kıran kadına mahkemede hâkim sordu:

– Kocanızın başında şemsiye kırdığınız iddia ediliyor, doğru mu?

– Doğru efendim.

– Peki. Hiç üzülmediniz mi?

– Üzülmez olur muyum hâkim bey, diye cevap verdi kadın. Yenisini sordum. 150 lira dediler…

102– Yeni müdür

Yeni müdür hayvanat bahçesini geziyordu. Aslan kafesinin önüne geldiğinde, iki aslan birbirleri ile konuşmaya başladılar.

– İşte yeni müdürümüz.

– İnşaallah, eskisinden daha lezzetlidir!…

103– Yemekleri yakıyorsa…

Doğumhanenin kapısının önünde üç baba adayı sabırsızlık içinde bekliyorlardı.

Derken hemşire kucağında siyah tenli bir bebekle çıktı. Baba adaylarından biri hemen atılıp.

– Amanin, amanin benim güzel de bebeğime… diye sevmeye başlayınca hemşire sordu:

– Bu bebeğin sizin olduğunu nerden biliyorsunuz?

– Bilirim bilirim, bizim hanım pişirdiği yemekleri hep yakar. Bunu da o doğurmuştur.

104– O kadar yatak yok

Bir İspanyol asilzadesi, gece karanlığında Fransa'da bir hanın kapısını çalmıştı. Pencereden başım uzatan han sahibi:

– Kimsiniz? diye sordu:

– Grigorio del Amaldo de Monte Carpo de Santa Cruce de Palamado de Quirina del Agnoso de Montesquieu.

Hancı söylenen isimleri bir bir dinledikten sonra hemen:

– O kadar adamı misafir edecek kadar yatağım yok, diyerek pencereyi indirdi.

105– İslamın şartı kaç?

Osman Cemal Kaygılı yazıyor:

1924 yılı. Yunanistan'daki Türkler Türkiye'ye, Türkiye'deki Rumlar da Yunanistan'a gidecek. Yunanistan'dan gelecek Türklerin yerlerini, durumlarını, sayılarını öğrenmek üzere Yunanistan'a bir kurul gönderiliyor.

Kurul, Yunanistan'da Türklerin çok bulunduğu bölgeleri gezerken Goloz'a geliyor.

Goloz, Müslüman Çingenelerin toplandığı yer. Çoğu Rumca konuşuyor. Bilenler de Türkçe'yi çat pat konuşabiliyorlar. Daha o zaman hepsinin başlarında şapka var.

Kurul, hep Rumca konuşan, şapkalı adamları görünce şaşırıyor. Bir kahveye giriyorlar.

– Bize burada Türkler oturur dediler. Hani nerede Türkler? diye etrafındakilere sorunca, onlar da:

– Biz Türküz, Müslümanız, diyorlar.

– Türkiye'ye gitmek ister misiniz?

– Tabii… İstemez olur muyuz? Elbette.

– Ama biz sizin Türklüğünüzden de, Müslümanlığınızdan da bir şey anlamadık. Türkçe konuşamıyorsunuz. Başınızda da şapka var.

Kahvedekiler hep birden karşı koyuyorlar:

– Hayır, Müslümanız elhamdülillah… Bunun üzerine kurul başkanı:

– Mademki Müslümansınız, söyleyin bakayım, diyor. İslamın şartı kaçtır?

Kahvedekiler şaşkın şaşkın birbirlerine bakıyorlar. Kendisine sorulan adam, yanındakine Rumca:

– Titapo (ne kadar diyeyim)? diye soruyor. O da:

– Pesta ikaton (on tane de), diyor, adam:

– On, diyor. Başkan:

– Olmadı, siz Müslüman değilsiniz, diyor. On şartı az bulduğunu sanan biri:

– Ben biliyorum, İslamın şartı yirmi!… diye bağırıyor. Artık iş pazarlığa dökülüyor.

– Yirmi beş!

– Otuz!

– Kırk!…

Elliye kadar çıkıyorlar. Bir türlü, karşılarındaki adama beğendiremiyorlar.

Kahvede oturan bir Arnavut da deminden beri bu olanları dinler dururmuş. O da hayatından memnun olmadığı için, Türkiye'ye gider, belki durumumu düzeltirim diye birden artırıyor: