Выбрать главу

“Bizim için ne düşünüyorsun?”

“Neyi kastediyorsun?”

“30 g’lik sabit bir hız düşüşüne biz nasıl dayanabildik?”

“Sabit değil. Ama, maksimumda, evet. Buna rağmen yavaşlatıcılar son kapasitede çalıştı. Nabzı başlatan da buydu zaten.”

“Ama otopilot eşitliği sağlamıştı. Hava kompresörleri yüzünden oldu…” dedi Sibernetikçi, rahatsız bir ses tonuyla. Geminin derinliklerinde bir şeyler yuvarlanmaya başladı. Metal levhanın üstünde demir tekerlekler dönüyordu sanki. Az sonra durdu.

“Hava kompresörlerine kusur bulma,” dedi Mühendis. Motor odasına gitseydik sana gösterebilirdim; onlardan beklenenin beş katını gerçekleştirdiler. Unutma, onlar yalnızca yardımcı üniteler. Her şeyden önce yatakları gevşemişti ve nabız başladığında da…”

“Yankılanma olduğunu mu düşünüyorsun?”

“Yankılanma farklı bir konu. Gerçek şu ki, uzayda birkaç mil süründük. Neptün’deki şu taşıyıcı gibi, hatırladın mı? Motor odasını gördüğünde bana inanacaksın. Sana şu anda orada neler olduğunu söyleyebilirim.”

“Motor odasını görmek için acelem yok. Bu adamları bu kadar geciktiren nedir? Hiçbir şey göremiyorum.”

“Bir ışığımız olacak, endişelenme,” dedi Mühendis. Parinaklarının hâlâ sessiz duran ve kıpırdamayan Kaptan’ın ayakkabısının üstünde olduğunun farkında değildi.

“Motor odasına daha sonra gideriz. Şu anda bu yalnızca zaman öldürmek olur. Başka ne yapabiliriz?”

“Gerçekten buradan çıkamayacağımızı mı düşünüyorsun?”

“Sadece şaka yapıyordum. Her zaman yaparım.”

“Bu kadar yeter,” dedi Kaptan kendine gelerek. “Hangi şartlarda olursa olsun, gerektiğinde, bir acil çıkışı da var.”

“Şu anda da tesadüfen altımızda bulunuyor. Gemi adeta bir hendek kazımış olmalı. Ben dış çıkışın toprağın üzerinde kaldığından bile emin değilim.”

“Aletlerimiz var. Tünel kazabiliriz.”

“Yükleme bölümü ne durumda?”

“Gömülmüş,” dedi Mühendis. “Şaftın içine baktım. Ama tankerlerden biri yarılmış olmalı. En az iki metre yüksekliğinde su var orada. Büyük olasılıkla da radyoaktif.”

“Nereden biliyorsun?”

“Her zaman önce reaktör soğutma sistemi devreden çıkar, bunu bilmiyor musun? Yükleme bölümünü unut. Bu yolu kullanmak zorundayız, tabiî eğer…”

“Eğer bir tünel kazmazsak,” dedi Kaptan yumuşak bir sesle.

“Evet, tabii, bu da mümkün,” diye kabul etti Mühendis ve sustu. Ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Altlarındaki koridordan gelen ani ışık gözlerini kamaştırdı.

’Jambon, kraker, dil, ne isterseniz… Hepsi teneke kutularda! Çikolata bile var ve termoslarımız da burada,” diye seslendi ilk önce tırmanan Doktor. Feneri, kutularla alüminyum tabakları yukarı aktarıp odaya çıkan diğerlerine tuttu.

“Termoslar zarar görmemiş,” dedi Sibernetikçi bardağına kahve doldururken.

“Evet, tenekeler de iyi görünüyor. Ama dondurucu birimler, fırınlar, küçük moleküler synthesizer, su filtreleri… hepsi parçalanmış.”

“Ya arıtma cihazı?”

“O da aynı durumda. Aletlerimiz olsaydı onarabilirdik Ama bu bir kısır döngü: bir onarım robotu için akıma ihtiyacımız var, ama jeneratörü onarmadığımız sürece akım elde edemeyiz ve jeneratörü onarmak için de bir onarım robotu gerek.”

“Evet, kafa yoruyorsunuz bilimci arkadaşlarım. Peki, bize sunacak bir umut ışığınız yok mu?” diye sordu Doktor, krakerlere yağ sürüp, üzerlerine jambon dilimleri dizerken. Yanıt beklemeden devam etti:

“Çocukluğumda okuduğum bilimkurgu kitaplarındaki hikâyeler bizim şu sefil yıkıntıya beş basardı. Ama yine de bize olanlara benzer bir şeyle karşılaşmadım.”

“Çünkü çok bayağı,” dedi Sibernetikçi suratını buruşturarak.

“Evet bu orijinal bir durum — bir tür gezegenlerarası Robinson Crusoe,” dedi Doktor. Termosu kapattı. “Döndüğümde bütün yeteneklerimi kullanıp bunu yazmalıyım.”

Tenekeleri toplamaya başladılar. Fizikçi bunları giysilerin bulunduğu dolaplara atmayı önerdi. Adamlar, kapılar kapanabilsin diye duvara yaslanmak zorunda kaldılar.

“Biliyorsunuz, ambardayken garip bir gürültü duyduk,” dedi Kimyager.

“Nasıl bir gürültü?”

“Bir şeyler gemiyi eziyormuş gibiydi.”

“Bir kaya mı?” diye sordu Sibernetikçi.

“Çok farklı bir şey,” dedi Mühendis. “Atmosfere çarptığımızda dış muhafaza çok yüksek bir ısıya ulaştı. Baş taraf erimeye başlamış olabilir. İşte şimdi de gövdenin bazı bölümleri soğuyor ve değişiyor. Ayrıca iç basınç da artacak. Bundan dolayı gürültü oluyor. Şu an bile duyabilirsiniz. Dinleyin…”

Geminin iç kısmında bir ses daha duydular. Ardından, kısa ve gitgide azalan bir dizi çatlamadan sonra ortalık yine sessizliğe gömüldü.

“Robotlardan biri olabilir mi?” dedi Sibernetikçi umutla.

“Robotların ne durumda olduğunu gördün.”

“Ama rezerv bölümüne bakmadık” Sibernetikçi, platformun çıkıntısına yaslandı ve karanlık koridora bağırdı, “Rezerv robotları!”

Sesi yankılandı. Yanıt ise sessizlikti.

“Gel, şu kapağa iyice bir bakalım,” dedi Mühendis. Bu biraz içbükey tepsinin yanına diz çöktü; ışığı, kenarı boyunca her inçin üstünde gezdirdi. Üzeri küçük çatlaklarla kaplı mühürleri de aynı şekilde inceledi.

“İçerde erime yok. Bu da hiç şaşırtıcı değil, çünkü seramitin ısı iletkenlik oranı çok zayıf.”

“Belki bir kez daha denemeliyiz,” diye önerdi Doktor, dış kapak tekerleğine dokunarak.

“Hiçbir anlamı yok,” dedi Kimyager.

Mühendis elini kapağa koydu ve aniden fırladı.

“Suya ihtiyacımız var! Bol miktarda soğuk suya!”

“Neden?”

“Kapağa dokunun!”

Hepsi aynı anda dokundular.

“Çok sıcak,” dedi biri.

“Şansımız varmış!”

“Bu neye yarayacak peki?”

“Gövde ısınıp genleşti. Ve tabii kapak da. Eğer kapağı soğutursak, büzülecek ve biz de bu durumda açabiliriz belki.”

“Bunu suyla yapamayız. Dondurucu birimlerde hâlâ bir miktar buz olmalı,” dedi Kaptan.

Teker teker, adımlarının yankılandığı koridora adadılar. Kaptan, Mühendis ile birlikte odada kalmıştı.

“Açılacak,” dedi yavaşça, kendi kendine konuşur gibi.

“Eğer eriyip kaynaşmadıysa,” diye mırıldandı Mühendis.

Isıyı tahmin edebilmek için parmağını kenar boyunca gezdirdi. “Seramit 3700 derecenin üstünde erimeye başlar. Koruyucunun en son ne kaydettiğine dikkat etmedin mi?”

“Sonlarda, kadranlar kullanılmaz durumdaydı. Yanılmıyorsam, frenlere asıldığımızda iki bin beş yüzün üzerindeydi.”

“İki bin beş yüz derece çok fazla değil.”

“Evet, ama ya sonra!”

Kimyager’in kızarmış yüzü platform çıkıntısının üzerinden göründü. El fenerini boynuna bağlamıştı. Sallanan ışıkla, elini tuttuğu kovadaki buzlar parladı. Kovayı Kaplan’a verdi.

“Bir dakika. Nasıl yapmamız gerekiyor…” diyen Mühendis birden durdu ve “Hemen dönerim,” dedikten sonra karanlıkta kayboldu.

Koridorda yine ayak sesleri duyuldu. Doktor, üstünde buzlar yüzen iki kova suyla geldi. Fizikçi ile birlikte kapağa su dökerlerken kimyacı onlara ışığı tuttu. Su, yerden koridora aktı. On defa kadar ıslattıktan sonra kapaktan tiz bir gıcırtı çıktı. Buna çok sevindiler. Mühendis geri geldi; göğsüne, giysilerin birinden aldığı bir reflektörü bağlamıştı. Bu ışıkta her şey daha parlak görünüyordu. Kontrol odasından aldığı bir kucak dolusu plastik parçasını yere döktü. Buzları, Fizikçi’nin getirmeye devam ettiği plastik parçaları, hava yastıkları ve kitaplarla korumaya çalışarak, kapağın üstüne doldurmaya başladılar. Nihayet, sırtları ağrımaya başladığında ve sıcak metalin çok çabuk erittiği buzlardan yalnızca bir miktar kaldığında, Sibernetikçi her iki eliyle de tekerleği tuttu.