Выбрать главу

Kâmran, Aziz Bey'in ihtiyar ve geveze bir misafirinden kendini kurtardığı vakit, salıncakta Feride ile Necdet vardı. Feride, var kuvvetiyle salıncağı uçuruyor, Necdet çığlıklar atarak bir kedi yavrusu gibi boynuna tırmanıyordu.

Kâmran, Ayşe Teyze'nin tıpkı on sene evvelki gibi:

- Feride, kızım, deliliği bırak, çocuğu düşüreceksin, diye bağırdığını işitti.

Çalıkuşu aldırmıyor, bütün ruhuyla eğlenerek cevap veriyordu:

- Aman teyze, nenize lâzım, Necdet'in asıl sahibi şikâyet etmiyor ya! Değil mi Kâmran?

Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü hoş etmek istiyordu.

Çocukların en büyüğü, fakat en korkağı olan Nermin'i cıyak cıyak bağırttıktan sonra salıncaktan atladı. Saçları, terden kıpkırmızı kesilen alnına, yanaklarına yapışıyor, elindeki ip yanıklarını gidermek için avuçlarını birbirine sürüyordu.

- Zannederim artık kimse kalmadı. Kâmran, tereddütle:

- Beni unuttun, Feride, dedi.

Çahkuşu'nun dudaklarında renksiz bir tebessüm uçtu. "Olmaz" demeye razı olmuyor, "Haydi" demeye cesaret edemiyor, gözleriyle ipi, ağaç dallarını muayene ederek etraftan teşvik bekliyordu.

- Nasıl olur bilmem ki? ipler ikimizi çekmez sanırım, öyle değil mi Müjgân?

Müjgân, eliyle ipi tuttu, sakin gözlerini Kâmran'ın gözlerine dikerek:

- ipler için değil... Fakat Feride çok yorgun. Haline bak onun Kâmran. Bir yorgun kadını daha ziyade yormak sanırım ki günah olur artık, dedi.

Feride evvela, "Ehemmiyeti yok, ne çıkar?" diyordu. Fakat sonra Müjgân'ın söz ve bakışlarındaki manayı anladı. Kabahatli bir çocuk gibi mahcup ve korkak, başını önüne indirdi, yavaşça-

- Evet, fazla yorgunum, belki hasta olurum, dedi. Haline bir hasta kadın yorgunluğu çökmüş, gözlerinin biraz evvelki neşesi sönmüştü:

Hâlâ Kâmran'a bakan Müjgân yavaşça:

- Sen, zannettiğimden ziyade kalpsizsin Kâmran! dedi. O, işitilmemek için aynı yavaş sesle:

- Niçin? diye sordu.

Müjgân, onu kendisiyle beraber bahçenin öte tarafına doğru yürümeye mecbur etti:

- Biçarenin halini görmüyor musun? Hayatını, gönlünü bu kadar üzdüğün elvermedi mi?

- Müjgân!...

- Onu bu kadar sene birimiz bir kere aramadık. Hasret acısına dayanamadı. Dargınlığını, isyanını unutarak yanımıza döndü. Geldiği zaman hemen hemen iyi olmuştu. Bu yeni kapanmış yarayı sen tekrar açtın.

Müjgân, gözleri dolarak devam ediyordu:

- Biçarenin yarın buradan giderken çekeceği ıstırabı düşünüyorum da... Evet Kâmran, Feride yarın gidiyor. Her şey hazır. Ben de bilmiyordum. Feride, bu sefer bana ne kalbine, ne hayatına dair hiçbir şey söylemiyor. Demin haber aldım; bu ani kararın sebebini sordum. Kocasından gelmiş bir mektuptan bahsediyor. Eminim ki yalan. Feride senden kaçıyor. Biçare artık tahammül edemiyor. Ben, zaruri ayrılığın biraz müşkül olacağından korkuyorum. Feride çok gayretli, inanılmayacak kadar gayretli bir mahluk. Fakat ne de olsa kadın. Hayatını kırdığın bu biçareye karşı senin bir borcun var, bu ayrılık günlerinde kuvvetli ve sakin olmak; mümkün olduğu kadar ona gayret vermek...

Kâmran, bu sözleri dinlerken gözlerinin yeşiline kadar sararmıştı:

- Yalnız Feride'nin kınlan hayatından bahsediyorsun, ya benimki? dedi.

- Sen kendin istedin.

- Bu kadar kalpsiz olma, Müjgân.

- Sen sanıyor musun ki, yapılacak bir şey olsaydı geri duracaktım? Fakat elimizde hiçbir çare yok. Feride, şimdi bir başkasının karısı. Biçarenin ayağı bağlı. Görüyorum ki sen de çok bedbahtsın. Artık sana dargın değilim. Fakat, yapılacak bir şey yok.

Feride'nin ertesi gün gideceğini herkes duymuştu. Fakat kimse bundan bahsetmiyordu. Akşam yemeğini derin bir sükût içinde yediler. Bu gece, daha ihtiyar ve düşkün görünen Aziz Bey, Feride'yi yanına almıştı. İkide bir omuzlarını okşuyor, çenesinden tutup başını çevirerek gözlerine bakıyor:

- Ah! Çalıkuşu, ihtiyar vaktimde yüreğimi dertli ettin, diyordu.

O gece, herkes erkenden odasına çıktı.

VIII

Vakit, gece yarısını geçiyordu. Köşk, çoktan uyumuştu. Müjgân, omuzlarında bir ince atkı, elinde küçük bir şamdanla adasından çıktı. Ayaklarının ucuna basa basa, dura dura Kâm-ran'ın kapısına geldi. Odada ne ses, ne ışık vardı. Genç kadın, yavaşça kapıya dokundu, fısıltıya benzeyen bir sesle seslendi:

Kapı, çabucak açıldı. Kâmran, soyunmamıştı. Mumun hafif ışığında çehresi daha soluk ve yorgun görünüyor, bu sönük ışık, gözlerini kamaştırmış gibi kirpiklerini kırpıyordu.

- Daha uyumadın mı, Kâmran?

- Görüyorsun ya.

- Niçin lambanı söndürdün?

- Bu gece aydınlık gözlerimi yakıyor.

- Karanlıkta ne yapıyorsun? Acı acı gülümseyerek:

- Hiç, ümitsizliği, zehrimi hazmetmeye çalışıyorum. Fakat sen, bu vakit niçin geldin, ne istiyorsun? Müjgân heyecanını zorla zapta çalışarak:

- Fevkalâde bir havadis var. Telaş etme, Kâmran. Kendine gel, söyleyeceğim.

Odaya girmişlerdi. Müjgân, mumunu yere bıraktı; sonra yavaşça kapıyı kapadı, nereden başlayacağını bilmiyormuş gibi tereddüt ediyor, sakin görünmeye çalıştığı bir sesle:

- Telaş etme, kuzum Kâmran. Fena bir şey söylemeyeceğim, bilâkis çok iyi bir şey. Fakat böyle heyecanlanırsan...

Genç kadın, onu teskin etmeye çalışırken kendi telaşlanıyor, gözlerinde, sesinde yaşlar titriyordu.