Выбрать главу

Araba gürleyerek, önüne çıkan engelden sıyrıldı ve hareketsiz araba kümesine doğru manevra yaptı. Binanın önündeki geçen geniş asfalt meydanı geride bıraktıktan sonra, büyük solmuş çiçek kümesini geçtiler. Daha sonra sarı bir duvar önlerinde belirdi, otoban giriş rampasına ilerlediler ve sertçe durdular.

Yabancı “Massaraksh!” diye tıslayarak kontağı kapattı.

Benzer kamyonlar, bitmek bilmez bir şekilde, kolon halinde otoban boyunca uzanıyordu. Kenarlarındaki panellerden bir sıra hareketsiz, dairesel metal nesneler ıslaklıktan parlıyor ve dışarı doğru sarkıyordu. Kamyonlar, uygun aralıklarda, yavaşça ilerliyorlar, her yere pis kokulu egsoz dumanı yayıyorlardı.

Maxim, yanındaki küçük kapıyı inceledi, nasıl çalıştığını çıkarmaya çalıştı ve onu yukarı kaldırdı. Yabancı ona, dönmeden uzun ve anlaşılmaz bir şeyler söyledi.

“Anlamıyorum.” dedi Maxim.

Yabancı, şaşırmış bir ifadeyle ona döndü. Tonlamasından anlaşıldığı kadarıyla Maxim’e bir şey soruyordu. Maxim başını salladı.

Yabancı ise daha da şaşırmış göründü. Elini cebine atarak içinden küçük beyaz çubukla dolu düz, küçük bir kutu çıkardı bir tanesini ağzına sıkıştırdı ve diğerlerini Maxim’e uzattı.

Nezaket icabı, Maxim küçük kutuyu kabul etti ve onu incelemeye başladı. Kartondan yapılmıştı ve güçlü bir kurutulmuş yaprak kokusu vardı. Maxim küçük çubuklardan birini çıkardı, bir parçasını ısırdı ve çiğnedi. Çabucak pencereden başını çıkardı ve ağzındakini tükürdü. Bu bir çeşit yiyecek değildi.

“Yapmamalısın” dedi yabancıya, kutuya geri verdi. “Tadı kötü.” Yabancı, ağzı açık, Maxim’e baktı. Beyaz çubuk ağzından sarkıyordu. Maxim, yerel geleneklere uyarak burnunun ucuna bir çubuk dokundurup kendini tanıttı.

“Maxim”

Yabancı bir şeyler mırıldandı. Bir anda elinde bir kıvılcım belirdi ve beyaz çubuğun ucuna kıvılcımı değdirdi. O anda arabanın içi mide bulandırıcı dumanla doldu.

Maxim kızgın bir şekilde “Massaraksh” diye bağırdı ve kapıyı açtı. “Yapmamalısın!”

Bu çubukların ne olduğunu şimdi anlamıştı: Guy’la yolculuk ederken, neredeyse herkes buna benzer bir dumanla havayı zehirlemişti. Fakat beyaz çubukların yerine ağızlarına eski zamanlarda çocukların kullandığı tahta düdüklere benzer kısa, tahta nesneler koyuyorlardı. Görünüşe bakılırsa uyuşturucu bir maddeyi içlerine çekiyorlardı — kuşkusuz berbat bir gelenekti. Guy’ın da bu geleneğe karşı olduğunu hatırlamak Maxim’i teselli etti.

Yabancı, çabucak uyuşturucu çubuğu pencereden dışarı attı ve avuç içini yüzünün önünde salladı. Güvenli tarafta olmanın rahatlığıyla, Maxim’de elini salladı. Sonra tekrar kendini tanıttı. Yabancının adının Fank olduğunu öğrendi ve konuşma burada bitti. Oturdular ve yaklaşık beş dakika öylece beklediler, giderek birbirlerine dostça akmaya başla-dılar. Bitmez tükenmez sıralar halinde uzanan kamyonları işaret ederek “Massaraksh!” diye tekrarlayıp durdular. En sonunda kamyon kuyruğu uzaklaştı ve Fank otobana doğru arabayı sürdü.

Büyük bir istek içinde görünüyordu. Gene de motoru yumuşakça hızlandırdı. Sonra şeytani sesli bir aleti çalıştırdı.

Güvenlik kurallarını umursamadan kamyonların oluşturduğu kuyruğu sollamaya başladı. Az kalsın karşıdan gelen arabalara çarpacaktı.

Konvoyu geride bıraktılar. Fank yolda uçarcasına ilerliyordu. Aniden içinde sadece sürücüsü olan kırmızı bir kamyonun çevresini dolaştılar; kuyruksuz bir eski çağ yaratığınca çekilen kocaman, iki tekerlekli, yalpalayan bir tahta arabanın üzerinden atladılar; keten pelerinli bir grup yayayı hendeğe yuvarladılar; yolun iki yanına tek sıra halinde dizilmiş ıslak ağaçların gölgesinde ilerlediler. Hızlandıkça hızlanıyordu.

Arabanın bu kadar yüksek bir hız için tasarlanmadığının farkına vararak, her şeyin çok dengesiz olduğunu düşündü ve kendini tedirgin hissetti.

Çok geçmeden yol binalarla çevrildi. Araba şehre doğru atıldı ve Fank aniden hızı düşürmek zorunda kaldı.

Caddeler orantısız bir şekilde dardı ve araçlarla dopdoluydu. Her türden araç tarafından kuşatıldıklarından Fank’ın arabası güçlükle ilerliyordu. Önlerindeki yük arabasının arka bölümü parıltılı işaretler ve cicili bicili insan ve hayvan resimleriyle süslenmiş, neredeyse gökyüzünü kapatıyordu.

Sol taraflarında el kol hareketleri yaparak konuşan kadın ve erkeklerle dolu benzer arabalar, yavaşça ilerliyorlardı.

Kadınlarsa hiç mi hiç “Balıksurat”a benzemiyorlardı, tam tersine capcanlı ve güzeldiler. Daha ileride solda ise içi yolcuyla dolu bir çeşit gyromat ilerliyordu. Sağ tarafta, trafiğe kapalı asfalt şerit vardı. Mor ve siyah renkli garip kıyafetleriyle insanlar, kalabalık içinde omuzlarının yardımıyla ilerliyor, birbirlerine çarpıyor, birbirlerini geçmeye, kalabalıktan sıyrılmaya çalışıyorlardı.

Bu kalabalıkta Balıksurat’ınkine benzeyen gergin ve soluk yüzler vardı. Neredeyse herkes çirkin, acı verecek şekilde zayıf, çok solgun, hantal ve zerafetten yoksundu. Buna rağmen mutlu görünüyorlar, sürekli gülüyorlardı. Rahat görünüşlü bu insanların gözleri parlıyor, canlı sesleri etrafı sarıyordu. “Belki… İyi organize olmuş bir topluluk bu.” diye düşündü Maxim. Evler insana mutluluk duygusu veriyor.

Neredeyse tüm pencereler ışıl ışıldı. Bu da elektrik kıtlığının olmadığını gösteriyordu. Evlerin çatılarındaki değişik renkte ışıklar neşe ile göz kırpıyordu. Caddeler temizdi ve hemen hemen herkes temiz pak giyinmişti. Bu dünya görünüşte refah içinde olsa da, sanki bir şeyler yanlıştı: Etrafta çok fazla bitkin yüz vardı.

Derken hava aniden değişti. Heyecanlı çığlıklar göğe yükseldi. Bir adam camdan kulübeye tırmandı ve bağırmaya, bir eliyle tutunarak diğer elini sallamaya başladı. Kaldırımdan şarkılar, yükseldi. Yayalar oldukları yerde durup, şapkalarını havaya fırlattılar ve avazları çıktığı kadar bağırarak şarkı söylemeye, bitkin yüzlerini yolun karşısında yanıp sönen alabildiğine renkli işaretlere doğru kaldırdılar.

Fank “Massaraksh” diye tısladı ve direksiyonu aniden çevirdi. Maxim ona baktı. Fank’ın yüzü ölü yüzü gibi bembeyaz olmuştu. Ellerini güçlükle direksiyondan çekti ve saatine baktı.

“Massaraksh” diye söylendi. Birkaç şey daha söyledi fakat Maxim bunların içinde sadece “Anlamıyorum” dediğini yakaladı.

Fank arkaya baktıkça suratı değişiyordu. Mac de arkaya döndü ama olağanüstü hiçbir şey görmedi. Gördüğü sadece parlak sarı, kutu şeklinde bir otomobildi.

O andan itibaren caddedeki bağırış çağırış doruk noktasına ulaştı, fakat Maxim’in bunu düşünecek zamanı yoktu.

Fank bilincini yitirmiş fakat araba hâlâ ilerliyordu. Önlerindeki yük arabası aniden durdu ve aşırı süslü duvar bodoslama Maxim’e doğru düştü. Sonra belirsiz tok bir ses ile tatsız bir çatırtı duyuldu ve motor kapağı yukarı fırladı.

Maxim “Fank!” diye bağırdı. “Fank! Yapmamalısın!”

Fank inleyerek orada öylece yatıyordu. Vücudu direksiyonun üzerine yığılmıştı. Fren ciyaklamaları duyuluyordu.

Trafik durmuş ve sirenler uğulduyordu. Maxim, Fank’i omuzundan tutarak salladı, sonra camı açıp bağırdı. “Çabuk!

Yaralanacaksın!”

Şarkı söyleyen, haykıran kalabalık arabaya yaklaştı. Kaza onları daha da hiddetlendirmiş ya da bu olaydan çılgınca bir zevk almışlardı. Diğer bir ihtimal de birilerini tehdit ediyor olmalarıydı. Kendi sesini bile duyamazken yardım çağırmak yersizdi. Böylece Fank’e döndü. Fank’in başı koltuğunda arkaya doğru eğilmiş, tüm gücüyle şakağını ve yanaklarını ovuşturuyordu. Ağzının köşelerinden salya akıyordu. Fank’in korkunç bir acı içinde olduğunu farkeden Maxim, sertçe dirseğini kaptı, acıyı kendi vücuduna transfer etmek için sağlam bir yere yerleşti. Dünya dışı bir varlık üzerinde başarılı olup olmayacağını bilemiyordu. Faydasız bir çabayla sinir bağlantısı kurabileceği bir nokta aradı. Sanki her şeyi berbat etmek için Fank ellerini şakaklarından kaldırarak kalan gücüyle Maxim’i geri itmeye çalıştı. Ümitsiz bir halde gözleri yaşlı söyleniyordu. Maxim sadece “Git, git!” dediğini anladı.