Выбрать главу

Guy’a göre, üzerinde yaşama olanağı bulunan bu ada bir “Dünya”ydı, evrendeki tek dünya. Burada yaşayanların ayakları altında yerkürenin katı yüzeyi, hemen üzerlerinde ise sınırlı hacimde gazdan bir küre uzanıyordu fakat bu kürenin bileşimi bilinmiyordu. Bir teoriye göre gazın yoğunluğu, merkezdeki gaz baloncuklarına doğru yükseliyordu. Bazı gizemli süreçler “Dünya Işığı” denen merkezin şiddetinde periyodik bazı değişikler üretiyor, bu da gündüz ve gecenin oluşmasını sağlıyordu. Dünya Işığı’ndaki bu kısa süreli değişikliklerin yanısıra uzun süreli değişimler de mevsimlere bağlı ısı dalgalanmalarını ve mevsimlerin oluşmasını ayarlıyordu. Yerçekimi etkisi, yerküre merkezinden yüzeyine doğru dikeydi. Kısaca, yaşanabilir ada muazzam bir kabarcığın iç yüzeyine oturmuştu ve evrenin diğer kısmı sonsuz bir semayla kaplıydı.

Maxim, çok şaşırmış bir halde Guy’la tartışmaya başladı, kısa sürede aynı dilden konuşmadıklarının apaçık ortada olduğunu anladı. Birbirlerini anlamaları, sıkı bir Kopernikçi’nin Ptolemy’nin bir takipçisini anlamasından daha zordu. Maxim, gezegen atmosferinin alışılmışın dışındaki özelliklerinin bu konuya anahtar olacağına inanıyordu. İlk olarak, alışılmadık yükseklikteki kırılma göstergeleri ufuk çizgisini daha yukarı kaldırmıştı. Bunun yanında burada yaşayanların gezegenleri hakkındaki garip kuramlarını da unutamıyordu. Onlara göre bu gezegen ne yatay ne de dış bükeydi, aksine iç bükeydi.

Okul kitapları neyi öğütlerdi? “Deniz kıyısında dur ve iskeleden yola çıkan bir geminin rotasını izle. Önce bir çizgi halinde ilerliyormuş gibi görünecek fakat ne kadar uzaklaşırsa o kadar yükselecek, ta ki dünyayı kaplayan atmosferik sis içinde kaybolana dek. “Gezegen hakkında düşünmeye devam etti. Atmosferi çok yoğundu ve gece gündüz fosfor gibi parıldıyordu. Bu yüzden hiç kimse yıldızları göremiyordu.

Güneşin ayrı ayrı hareketleri incelenmiş ve kaydedilmişti.

Böylece bunlar, Dünya Işığı Teorileri yaratmadaki sayısız girişimlere temel oluşturmaktaydı.

Maxim devasa bir tuzağın içinde olduğunu düşündü. Öyle ki “Dünya”yla bağlantı kurması için bu gezegenin binlerce yılda gelişen tüm doğal kavramlarını ters yüz etmesi gerekecekti.

Aslında, bunun için birkaç girişimde bulunulmuştu. Bunu çok sık kullanılan ve “Dünya tersine dönmüş!” anlamına gelen “massaraksh” deyişinde çıkarabilirdiniz. Guy, ona gezegeni daha farklı analiz eden bir matematiksel teoriden bahsetmişti.

Teori, eski zamanlarda formüle edilmiş fakat bu teoriye inananlara resmi dine mensup kişiler tarafından baskı ve zulüm yapılmış ve birçok kurban vermişlerdi. Bugünün kimi parlak matematikçilerinin çabalarıyla teori tam bir matematiksel biçime kavuşmuştu. Fakat çok soyut kalmış, ancak bu soyutluğuna rağmen tüm diğer soyut teoriler gibi pratik kullanıma açılmıştı. Çok yakın zamanda, bu teori sayesinde süper uzun menzilli silahları geliştirilmişti.

Maxim, gezegen hakkında bildiği tüm verileri tarttıktan sonra iki şeyin farkına vardı. Bugüne kadar gezegen sakinleri onun çılgın bulmuşlar ve bilinçli olarak mentogramlarını “Sihirli Yolculuk” programında kullanmak üzere seçmişlerdi.

Eğer Hippo’ya geri gönderilmek istemiyorsa başka bir gezegenden geldiği hakkında tüm söylediklerini şu an için unutmalı ve ağzını sıkı tutmalıydı. Bu da bu gezegenden hiçbir yardım talep etmemesi ve yalnız başına kaldığı anlamına geliyordu. Sinyal iletici yapma fikrini süresiz olarak ertelemesi gerekiyordu. Belli ki uzun bir süre burada kısılıp kalacaktı, belki de, massaraksh, sonsuza dek.

Durumundaki umutsuzluk moral bozucuydu, fakat kendini toparlayarak akılcı bir şekilde düşünmeye zorladı. Annesi zor bir dönem geçirecekti. Bu onun için son derece zor olacaktı.

Bunları düşünmek akılcılığa olan tüm arzusunu silip süpürdü.

“Lanet olsun bu kasvetli, klastrogopik dünyaya! Sakin ol Mac, bir tercih yapmalısın. Ya imkânsızlıklar altında ezilip tırnaklarını yiyip duracaksın, ya da kendini toparlayıp yaşamaya devam edeceksin. Her zaman istediğin gibi yaşa.

Arkadaşlarını sev, bir amaç uğruna çalış, mücadele et, kazan ve tüm bunları dağıt! Herhangi bir şey yap, ama şu sızlanmayı kes artık!” Evrenin yapısıyla ilgili Guy’la konuşmasını bir kenara bıraktı ve tamamen farklı bir yönteme başvurdu.

Guy’ın gezegenin tarihi ve sosyal sistemiyle ilgili söylediklerini sınamaya başladı.

Tarih tartışmaları pek de üretken değildi. Guy’ın bilgileri sınırlıydı ve bu konuya ilişkin ciddi kitaplara sahip değildi.

Şehir kütüphanesinde dahi bu tip kitap yoktu. Buna rağmen Maxim birkaç çıkarımda bulunmuştu. Ülkenin şu anda kendini savunur durumda olduğunu, bir zamanlar yadsınamayacak kadar çok sayıda deniz aşırı kolonisi bulunduğunu ve bu kolonilerin isimleri bile unutulmuş komşu ülkelerle büyük çapta bir savaşa neden olduğunu öğrenmişti. Savaş tüm gezegeni kuşatmış, milyonlarca insan ölmüş, binlerce şehir yok olmuş, düzinelerce irili ufaklı ülke haritadan silinmişti.

Tüm gezegene bir kaos hakim olmuş, bunu da salgın hastalıklar ve kıtlık izlemişti. Kitle isyanları nükleer silahlarla bastırılmıştı. Bulundukları ülke ise tümden bir yok oluşa doğru sürüklenirken “Tüm Güçlü Yaratıcılar” gelerek ve bu duruma son vermişti. Anlatıldığına göre, nükleer bir katliama itilmekten rahatsız “olan isimsiz bir grup genç kurmay subay emirleri altındaki iki filoyla bir darbe yapıp yönetimi ele almışlardı. O zamandan beri durum dengelenmiş ve resmi bir barış anlaşması imzalanmamasına rağmen savaş yavaş yavaş etkisini yitirmişti.

Maxim ülkenin siyasal sisteminin idealden uzak olduğunun farkına varmıştı. Fakat şu bir gerçekti ki “Tüm Güçlü Yaratıcılar” tüm sosyal sınıflar arasında oldukça popülerdi.

Maxim bu popülaritenin ekonomik nedenlerini anlayamamıştı.

Görünüşe bakılırsa bu, taktikleriyle ilgiliydi. Askeri pompalama sanayicilerin iştahını kabartmış, bununla beraber işçilerin de desteğini kazanmıştı. Fakat bu sadece bir varsayımdı. Guy, Maxim problemi bu noktadan ele alınca şaşırmıştı. Çünkü sınıf kavramı ona kesinlikle hiçbir şey ifade etmiyor, sosyal gruplar arası çatışmayı aklına bile getiremiyordu.

Ülkenin dış ilişkileri halen oldukça gergindi. Kuzeyde Khonti ve Pandeya adında bağımsız iki büyük devlet vardı.

Ülkede yaşayan hiç kimse kendi iç işleriyle ilgili nerdeyse hiçbir şey bilmezken, herkes bu ülkelerin en saldırgan planları barındırdığını biliyordu. Sabotajcılar ve casuslar gönderiyorlar, sınır olaylarını kışkırtıyorlar ve savaşa hazırlanıyorlardı. Bu savaşın amacını Guy net olarak bilemiyordu.

Bunun üzerinde gerçekten hiç düşünmemişti. Ona göre kuzeyde sadece düşmanlar vardı ve bilmesi gereken tek şey buydu.

Güneydeki sınır alanındaki ormanların arkasında, nükleer patlamalar sonucu oluşmuş bir çöl uzanıyordu. Çöl, askeri yönden en aktif olan ülkelerin sahip olduğu bölgelere ayrılmıştı. Kimse milyonlarca metrekarelik bu alanda olanları ne biliyor, ne de konuyla ilgileniyordu. Güney sınırlar, Mavi Yılan Nehri’nin ötesindeki ormanı istila eden yarı vahşi değenlerin sürekli saldırısına maruz kalmaktaydı. Güney sınırları problemi en kritik olanlardan biriydi. Bu problem o kadar ciddiydi ki Savaş Lejyonu’nun elit güçleri burada yoğunlaşmıştı. Guy, burada üç yıl görev yapmış ve deneyimlerini içeren inanılmaz hikâyeler anlatılıyordu.

Güney çölünün çok uzaklarında hâlâ başka ülkelerin var olması muhtemeldi. Fakat bunlar gezegenin tek kıtasının öbür tarafında kendi içlerine kapanmışlardı. Diğer tarafta, üç büyük takım adadan oluşan Ada Krallığı da arktik bölgedeki tehditkâr varlığını sürdürüyordu. Son yıkım teknolojisiyle donatılmış devasa beyaz denizaltı filosu, özel eğitimli acımasız mürettebatıyla radyoaktif suları kullanıyordu. Denizaltılar, hiçbir neden yokken kıyı bölgelerini bombalıyor ve buralara baskınlar düzenliyorlardı. Lejyon, bu beyaz tehlikeyi de püskürtmüştü.