Выбрать главу

Oda karanlıktı. Sarı ışıklar sigara dumanlarını aydınla-tıyordu. Yüzbaşı: “Arkamdan gelin!” diye bağırdı ve ışıklara doğru en önde o atıldı. Solda tehlike vardı. Maxim elini uzattı, eline sıcak bir burun geldi ve silahını aniden çekerek fırlattı.

Bu sırada bir diğerinin birbirinden ayrılmış eklem yerleri yarı ayrı çıtırdıyordu ve geniş, yumuşak vücut, yere yıkılırken kaskatı kesildi. İleride dumanların arasından Yüzbaşı bağırdı: “Ateş etmeyin. Onları canlı yakalayın!” Maxim silahını fırlatıp, aydınlık bir odaya girdi. Burası kitaplar ve resimlerle doluydu ve ateş edecek kimse yoktu. İki adam, yerde acı içinde kıvranıyor, biri ise bağırıyordu. Bir kadın, başı arkaya savrulmuş bir şekilde, bir sandalyede baygın yatıyordu.

Suratı, saydam denebilecek kadar solgundu. Yüzbaşı bağıran adamın başında ayakta duruyor, tabancasını kılıfına koymuş, etrafa bakıyordu. Pandi, sertçe Maxim’i iterek odaya doğru girmesini sağladı. Arkasında lejyonerler ateş eden adamın tıknaz vücudunu sürükleyerek taşıyorlardı.

Ter ve heyecan içindeki Aday Zoiza Maxim’in bir kenara fırlattığı silahı yerden aldı. Yüzbaşı, esmer ve korku içindeki yüzünü onlara çevirerek “Diğeri nerde?” diye homurdandı.

Tam o sırada mavi bir perde indi ve uzun boylu, lekeli beyaz önlük giymiş bir adam, pencere pervazından atlayarak yüzbaşıya doğru yöneldi. Yavaşça iki büyük tabancayı göz seviyesinde kaldırdı. Gözleri, acıdan donuklaşmıştı. Zoiza çığlık attı.

Maxim, kenarda durduğundan koşmaya zamanı yoktu.

Olabildiğince ileri atladıysa da adam bir el ateş etmeyi başardı. Maxim, duman tozlarından boğulan ve alevden yüzü yanmış adamı, bileklerinden yakaladı ve tabancalar yere düştü. Adam dizlerinin üzerine çöktü ve boynu aşağı devrilip boylu boyunca yere serildi. Yüzbaşı: “Vay, vay, vay. Onu şuraya koyun” diye Pandi’ye emir verdi. Ter içindeki, solgun yüzlü Zoiza’ya dönerek “Ve sen, aşağı in ve birlik liderlerine nerede olduğumu söyle. Neler yaptıklarını rapor etmelerini sağla. “Zoiza topuklarını birbirine vurup kapıya doğru koştu. “Ve Guy’a buraya gelmesini söyle… Şamatayı kes, pislik herif! diye yerde inleyen adama bağırdı ve botunun ucuyla hafifçe onu itti. “Faydasız. Beş para etmez herifler! Arayın onları.” diye Pandi’ye emir verdi.

“Onları şuraya diz. Hemen şuraya, yere. Şu kadını da.” Maxim, kadının yanına giderek onu kibarca kaldırıp, yatağa taşıdı. Çok rahatsız olmuştu ve kendini kötü hissediyordu.

Böyle bir şey beklemiyordu.

Yüzbaşı: “Aday Jim” diye bağırdı. “Yere dedim!” Olağandışı saydamlıktaki gözlerini Maxim’e dikti. Maxim, neyin yanlış, neyin doğru olduğunu söyleyemeyeceğine karar verdi. Hâlâ bu ülkede bir yabancıydı. Neleri sevmeyi ve nelerden nefret etmeyi seçtikleri konusunda öğrenecek çok şey vardı. Kadını yataktan kaldırarak holde onlara ateş eden tıknaz adamın yanına uzattı. Pandi ve diğer lejyoner tutukluların ceplerini didik didik aradı. Beşi de kendinde değildi.

Yüzbaşı, rahat bir koltuğa oturdu, masaya şapkasını fırlatıp bir sigara yaktıktan sonra eliyle Maxim’i işaret etti. Maxim, düzgün bir şekilde topuklarını birbirine vurarak yüzbaşısını selamladı ve ona doğru yürüdü. Yüzbaşı, alçak sesle.

“Neden silahını yere attın?” diye sordu.

“Bize ateş etmememizi emretmiştiniz.”

“Efendim.”

“Bize ateş etmememizi emretmiştiniz, efendim.”

Yüzbaşı, sigarasının dumanını tavana doğru üflerken gözlerini kısarak: “Sana konuşmamanı emretsem, herhalde dilini ısırırsın, ha?”

Bu benzetme onu rahatsız etmesine rağmen, Maxim, Guy’ın talimatlarını hatırlayarak sessiz kalmayı tercih etti.

“Baban ne yapar?”

“O bir bilim adamı, efendim.”

“Hayatta mı?”

“Evet, efendim.”

Yüzbaşı, sert bir şekilde Maxim’e bakarak: “O şimdi nerede?” Bir çuval inciri berbet ettiğini kavrayan Maxim’in şimdi durumu kurtarması gerekiyordu.

“Bilmiyorum, efendim. Daha doğrusu hatırlayamıyorum, efendim.”

“Ama onun bir bilim adamı olduğunu hatırladın. Başka neler hatırlıyorsun?”

“Bilemiyorum, efendim. Bazı şeyler hatırlıyorum fakat Onbaşı Gaal hafızamın yanıltıcı olabileceğine inanıyor.”

Bu sırada merdivenlerden, yukarı doğru acele acele çıkanların ayak sesleri yankılandı. Guy odaya girdi ve dikkat kesildi.

Yüzbaşı: “Şu yarı ölü pisliklerin işini gör.” diye emretti ve “Yeteri kadar kelepçen var mı?” diye sordu.

Guy, tutuklular üzerinde şöyle bir göz gezdirdi.

“İzninizle, efendim, İkinci Bölük’ten bir çift kelepçe ödünç almamız gerekiyor.”

“İşe koyul!” Guy dışarı fırladı. Birlik liderleri her şeyin yolunda gittiğini rapor etmek üzere yüzbaşıya geldikleri için, merdivende daha fazla ayak sesleri yankılanıyordu. İki şüpheli tutuklanmıştı.

Bina sakinleri her zamanki gibi aktif olarak onlara yardım etmişti. Yüzbaşı, askerlere işlerini çabuk yapılmasını emretti.

Görevlerini tamamladıktan sonra, genel merkeze radyodan kod kelime “Tamba”yı bildirdiler. Birlik liderleri gittikten sonra, bir sigara yakıp bir süre için sessizce lejyonerlerin raflardan kitapları alıp birkaç yaprağını çevirdikten sonra yatağa fırlatışlarını izledi.

Alçak sesle Pandi’yi çağırdı.

“Resimlerle ilgilen. Fakat şuna dikkat et bir zarar gelmesin.

Bunu kendime ayıracağım.” Sonra da Maxim’e dönerek “Bu resim hakkında ne düşünüyorsun?”

Maxim, resme baktı. Bir deniz kıyısı, ufuk çizgisiz geniş ve engin bir deniz, duman ve bir kadın görülebiliyordu. Rüzgârlı ve çok soğuk olmalıydı. Çünkü kadın üşümüştü. Maxim: “Güzel bir resim, efendim.” dedi.

“Burayı tanıyor musun?”

“Pek değil, efendim. Bu denizi hiç görmedim.”

“Peki, nasıl bir deniz gördün?”

“Tamamen farklıydı, efendim. Fakat hafızam beni yine yanıltıyor olabilir, efendim.”

“Saçma. Bu deniz aynı deniz. Tek farkı kıyıdan değil de geminin köprüsünden buraya bakman. Altında ise beyaz bir güverte var. Kıç tarafında, biraz daha alçak başka bir köprü var. Kıyıda ise, bu bayanın yerine, bir tank var. Sen de uçağın baştarafındaki küçük kuleye nişan alıyorsun. Massaraksh” Maxim soğukça.

“Anlamıyorum. Hiçbir zaman hiçbir şeye nişan almadım.”

“Bundan nasıl emin olabiliyorsun? Her şeyden önce hiçbir şey hatırlamıyorsun!”

“Fakat hiçbir zaman hiçbir şeye nişan almadığımı gerçekten hatırlıyorum.”

“Efendim!”

“Gerçekten de hiçbir zaman hiçbir şeye nişan almadığımı hatırlıyorum, efendim. Neden bahsettiğiniziyse hiç anlayamıyorum, efendim.” Guy, iki aday eşliğinde içeri girdi. Tutuklulara ağır kelepçeleri takmaya başladılar. Yüzbaşı aniden: “Bu adamlar da insan. Karıları ve çocukları var. Birine aşık oldular, birileri de onlara.” dedi.

Yüzbaşı, açıkça Maxim’le dalga geçiyordu fakat o kesinlikle ne düşündüğünü söyledi: “Evet, efendim. İnsan gibi görünüyorlar.”

“Bunu beklemiyor muydun?”

“Hayır, efendim. Daha farklı bir şey beklemiştim.”

Maxim, gözünün ucuyla Guy’ın korkmuş yüz ifadesini görebiliyordu. Fakat yalan söylemekten sıkılmıştı ve ekledi: “Ben onların gerçekten de dejenere varlıklar olduğuna inanıyordum. Yani çıplak… hayvanlar.” Yüzbaşı onun sözünü kesti.