“Çıplak aptallar. Ormanda olmadığını biliyorsun. Burada insanlara benzerler. Tıpkı stres altındayken baş ağrısından kıvranan kibar ve iyi insanlar gibi” dedi ve beklenmedik bir şekilde ekledi: “Tıpkı senin gibi.”
“Hiç ağrım olmuyor ya da acı çekmiyorum. Ya siz?”
“Ne?”
“O kadar rahatsızca konuşuyordun ki, ben düşündüm ki…”
Bu sırada Guy ürkek sesle bağırdı. “Yüzbaşı! Rapor vermek istiyorum, efendim. Tutuklular kendilerine geldiler.”
Yüzbaşı, ona bakarak alaycı bir şekilde gülümsedi.
“Merak etme, onbaşı. Adamın bugün gerçek bir lejyoner olma yolunda kendini kanıtladı. Adam işinin ehli, yoksa Yüzbaşı Chachu beyninde bir kurşunla buraya yığılmış duruyor olacaktı. “Tavana bakarak, yoğun bir sigara dumanı üfledi. Bu serseriyi düzenli erlik mevkine terfi ettireceğim; massaraksh, onu subay bile yapabilirim! Onda tam bir tugay komutanı ruhu var. Subaylara sorular sormaktan hoşlanıyor.
Onbaşı, şimdi anlıyorum. Raporunuz için geçerli nedenleriniz var. Bu takdirde onu terfi ettirmeden bir süre beklememiz gerekecek. “Yüzbaşı yerinden doğruldu, masa etrafında ağır adımlarla yürüyerek Maxim’in hemen önünde durdu. “Onu henüz düzenli bir er yapmayacağız. Çok iyi bir dövüşçü fakat hâlâ acemi. Onu adam edeceğiz… Dikkat!” diye aniden bağırdı. “Onbaşı Gaal, tutukluları götürün! Er Pandi ve Aday Sim, resmimi ve tüm kâğıtlarımı alıp onlara bana getirin. Ben kamyonda olacağım.”
Geri döndü ve odayı terk etti. Guy, Maxim’e sitemkâr bir şekilde baktı, fakat hiçbir şey söylemedi. Lejyonerler tutukluların ayaklarını tekmeleyerek ve onları iterek odadan dışarı çıkmalarını sağladılar. Tutuklular, direnmediler, fakat pelte gibi sallanıp bükülüyorlardı. Holde ateş eden tıknaz adam, yüksek sesle homurdanıyor ve sessizce küfür ediyordu. Kadının ise dudakları oynuyor, fakat ses çıkmıyordu. Gözleriyse cam gibiydi.
Pandi: “Hey, Mac” dedi. “Yataktan battaniyeyi al ve kitapları onunla sar ve aşağı kata götür. Resmi ben alacağım. Silahını da unutma, dangalak! Yüzbaşının seni neden ateşe attığını mı merak ediyorsun? Silahını attın. Düşün, bir çatışma sırasında silahını atıyorsun! Sen çılgınsın!” Guy kızgınca: “Kes şunu Pandi” dedi. “Resmi al ve git.” Pandi, kapı ağzında durarak Maxim’e baktı, kendi alnına vurdu ve gitti.
Merdivenlerde “Sakin ol, anne!” şarkısını hep bir ağızdan söyleyenleri duyabiliyorlardı. Maxim silahını masaya bırakarak, yerde ve yatakta duran kitap yığınlarının yanına gitti.
Şehir kütüphanesi dışında, bu gezegende hiçbir yerde bu kadar kitabı bir arada görmemişti. Tabii ki kitap satıcılarında daha fazla kitap vardı, fakat konuları pek de çeşitli değildi.
Kitapların sayfaları, eski olduklarından, sararmışlardı. Bazı kitaplar biraz yanmıştı, bazılarıysa şaşırtıcı bir şekilde hissedilebilir miktarda radyoaktiftiler. Onları tek tek incelemeye vakti yoktu.
Maxim, iki bohça yaptı ve etrafa bakınmak üzere durdu.
Kitap rafları bükülmüş, resimlerin asıldığı yerler karanlık lekelerle kaplıydı. Resimler ise çerçevelerinden yırtılmış ve ezilmişti. Dişçiliğe ait hiçbir aletten iz yoktu. Bohçaları kaldırdı ve kapıya yöneldi, fakat sonra silahını masaya koyduğunu hatırladı ve geri döndü. Yazı masasının üzerinde, dökme camın altında iki fotoğraf duruyordu. Biri, dört yaşlarında bir çocuğu dizlerinde hoplatan solgun yüzlü bir kadındı. Genç, mutlu ve gururluydu. Diğeriyse dağlardaki, karanlık ağaç kümesinin ve yıkılacak gibi duran bir kulenin bulunduğu güzel noktayı işaret ediyordu. Maxim, silahını sırtına astı ve bohçaların olduğu yere döndü.
VII
Her sabah, kahvaltıdan sonra tugay, talim alanında görev yerlerine dağılmadan, verilen emirleri dinlemek için toplanırdı.
Maxim için, akşam gezintisi dışında bu, günün en rahatsızlık verici bölümüydü, Emirlerin okunması, her zaman çılgın sadakat ve azim gösterisiyle sona ererdi. Maxim, komutanından en düşük rütbelisine kadar tüm tugayda görülen, bu ani krize olan nefretini bastırmaya çalışırdı.
Kendisini bir yabancının şüpheciliğini barındırmakla suçlar, kendisini kesinlikle bir yabancı gibi görürdü. Onların bu coşkusunu anlamaya çalışır ve onlara katılmak isterdi, fakat yapamazdı.
Çocukluğundan beri soru sormadan önce kendini kontrol etmeye ve yüksek sesle konuşmamaya özen gösterirdi. İçtima sırasında arkadaşlarına duyduğu rahatsızlığı saklamaya çalıştı. Birkaç adayın bir erle tartıştığı için üç günlüğüne cezalandırıldığını belirten emri dinledikten sonra, askerler bir anda iyi huylarını ve mizaçlarını kaybedip vahşi bir coşkuyla hep bir ağızdan “Hurra!” diye bağırmaya başladılar. Daha sonrası… Gözlerinden yaşlar boşanıp “Savaş Lejyonu Marşı’nı söylemeye başladılar. Bunu en az dört kere tekrarlıyorlardı. Aşçılar bile koşarak onlara katılıyor, çılgınca ellerindeki kaplan ve bıçakları sallayarak askerlerle beraber marşı söylüyorlardı. Maxim, bu gezegene uyum sağlamasını gerektiğini hatırlayarak, tüm bunların çok saçma olduğu düşüncesini bir kenara itti. Fakat bu coşku onun midesini bulandırıyordu.
Bugün, coşku patlaması, Er Dimbas’ın onbaşılığa terfi ettiğini açıklayan Emir 127, Aday Sim’in operasyon sırasındaki cesaretini açıklayan Emir 128; son olarak 4. Bölük’ün barakalarının tamir edildiğini duyuran Emir 129’la son ermişti.
Tugay emri subayı, emirleri deri harita çantasına, tugay komutanının yaptığından da zor bir şekilde koydu ve şapkasını başından ani bir hareketle çıkarıp derin bir nefes aldıktan sonra cızırdayan ince sesiyle marşı tekrar tekrar söylemeye başladı: “İleri, Lejyonerler! Demirden adamlar!”
Maxim özellikle bugün kendini çok rahatsız hissediyordu.
Çünkü Yüzbaşı Chachu’nun esmer yanaklarından süzülen gözyaşlarını görmüştü. Lejyonerler boğalar gibi böğürüyor, silahlarının dipçikleriyle iki kemer tokalarına vurup tempo tutuyorlardı. Maxim, bu görüntüden ve bu gösterinin gürültüsünden kaçabilmek için gözlerini kısarak vahşi bir “takhorg?” gibi kükremeye başladı. Sesi diğerlerininkini bastırmıştı ya da en azından ona öyle görünmüştü. “İleri, korkusuz adamlar!” diye kükrüyor ve şimdi sadece kendi sesini duyabiliyordu. Tanrım, ne aptalca sözlerdi. Büyük bir ihtimalle onbaşının biri tarafından yazılmıştı. Savaşa bu sözlerle gitmek ha.. Kesinlikle işinize âşık olmalıydınız. Maxim gözlerini açtı şaşkın şaşkın talim alanı üzerinde uçuşan siyah tavuk sürüsünü gördü. “Elmastan zırhlı bir yelek bile seni kurtaramayacak, oh, düşman.”
Sonra her şey başladığı gibi aniden bitti. Tugay komutanının saydam gözleri toplanan lejyonerleri taradı. Bir an nerede olduğunu hatırladı ve emretti: “Subaylar, bölüklerinizi görev yerlerine götürün!” Hâlâ sersem bir halde olan askerler birbirlerine hayret içinde baktılar. Yüzbaşı Chachu iki kere “Sağa Dön!” diye bağırmak zorunda kaldı. Ancak bu sayede askerler düzene girebildi. Bölük barakalarına yürümeye başladı ve yüzbaşı “Birinci birlik eskort görevinde. Diğer birlikler her zamanki görev yerlerine. Dağılın.” diye emir verdi.
Dağıldılar. Guy birliğini alarak, onlara görevlerini dağıttı.
Maxim ve Er Pandi sorgu odasında görevliydi. Guy, Maxim’e çabucak ne yapması gerektiğini anlattı. Tutuklunun sağında dur; eğer ayağa kalkmak gibi en ufak bir girişimi olursa, güç kullan; tugay kumandanına itaat et; Er Pandi senden sorumlu olacak. Kısaca Pandi’yi izle ve ne yapıyorsa onu yap.