Выбрать главу

Eğer şahit olmayı kabul ederse ceza değiştirilebilirdi.

Ketshef dışarı çıkarıldıktan sonra, tugay komutanı memnuniyetsiz bir şekilde sivile “Seni anlayamıyorum.

Konuşmaya gönüllü olduğunu sanıyordum. Senin bakış açından, o bir boşboğazdı. Anlamıyorum.”

Sivil gülerek: “Dinle, dostum, sen kendi işine bak, ben de kendiminkine.”

Tugay komutanı kızarak: “Grubun lideri… filozof gibi konuşma eğilimindeydi. Seni anlamıyorum.”

“Sen hiç filozof gibi konuşan birini gördün mü?”

“Saçma.”

“Söyle, gördün mü?”

“Ya sen gördün mü?” diye sordu komutan.

Sivil kendinden emin: “Şimdi gördüm. Bunu bir yere not et: Bu ilk olmayacak. Hayattayım ve o da ölü. Bu noktada tartışacak ne kaldı ki?”

Yüzbaşı aniden yerinden doğrularak, Maxim’e doğru yürüdü ve yüzüne doğru fısıldadı: “Duruşuna dikkat et, Aday Sim. Dikkat! Gözlerin ileri bakacak!” Maxim’i birkaç saniye inceledi ve yerine döndü.

Emir Subayı: “Peki. Hâlâ sorgulanacak Ordi Tader, Memo Gramenu ve ismini vermeyi reddeden iki kişi daha var” diye araya girdi.

Siviclass="underline" “İsmini vermeyenlerden başlayalım” diye önerdi. Numara 7313 içeri girdi. Zayıf ama kuvvetli görünen adamın dudakları fena halde şişmişti. Yerine oturdu. Takma bir kolu olmasına rağmen onun da elleri kelepçeliydi. Tugay komutanı: “Adın?” diye sordu.

Tek kollu mahkûm neşeli ve alaycı bir tavırla: “Hangisi?” diye soruya soruyla karşılık verdi.

Adamın cevabı Maxim’i ürkütmüştü. Onun da Ketshef gibi sessiz kalacağına emindi.

Tugay komutanı sorularına devam etti: “Birçok adın mı var? Gerçek adını söyle?”

“Gerçek adım yedi-üç-bir-üç.”

“Peki… Ketshefin dairesinde ne yapıyordun?”

“Baygın bir şekilde yerde yatıyordum. Şunu bilmelisiniz ki, bu işte bayağı iyiyimdir. İsterseniz size hemen bura da bir gösteri yapabilirim.”

Sivil araya girerek: “Yorma kendini,” dedi. Çok sinirli gözüküyordu.

“Yeteneklerini daha sonraya sakla; çünkü buna ihtiyacın olacak.”

Bu lafın üzerine mahkûm kahkahalarla gülmeye başladı. O kadar içten ve dinç gülüyordu ki, herkes onun hâlâ genç bir adam olduğunu düşünebilirdi. Maxim, dehşet içinde, bu kahkahaların sahici olduğunu farketti. Masadakiler kaskatı kesilmişler, mahkûmu izliyorlardı.

Mahkûm, gülmekten gözlerinden akan yaşları omzuna silerek sivile: “Massaraksh! Bu bir tehdit mi?” dedi. “Sen hâlâ genç bir adamsın. İşini soğukkanlılıkla yapmayı öğrenmelisin.

Resmi olarak bu işi para için yapıyorsun. Bu durum, sorgulamalarınızın kurbanları üzerinde büyük bir etki bırakıyor. Tanrım bir bakıyorsun ki, sana işkence yapan düşmanın değil düpedüz bir bürokrat. Sol koluma bir bak.

Majestelerinin uzmanları burayı üç aşamada kesti. Her emir, uzun bir yazışma sonucu verildi. Kasaplarınız tamamen kabul edilemez sıkıcılıkta ve pek de doyurucu olmayan bir iş yapıyor. Kolumu biçerken, bezgin bir halde düşük maaşlarına lanet yağdırıyorlardı. O kadar dehşete düşmüştüm ki, konuşmamak için irademi zorlamak zorunda kaldım. Ve şimdi… Benden nefret ettiğini görebiliyorum. Sen benden ben de senden nefret ediyoruz. Harika! Fakat sen benden yirmi yıldan az bir süredir nefret ediyorsun. Bense sen ve senin gibilerden otuz yıldan daha fazla bir süredir nefret ediyorum.

Sen, genç adam, o zamanlar masanın altında emekliyor ve kedilere eziyet ediyordun.” Bu sözler üzerine siviclass="underline" “Ah! Eskilerden biri. Hepinizin hakkından geldik sanıyordum” dedi.

Mahkûm: “Buna pek güvenme” dedi. “Daha öğrenecek çok şeyin var.” Bu sırada tugay komutanı araya girdi, sivile dönerek: “Bu kadarı yeter sanırım” dedi.

Sivil, derginin üzerine çabucak bir şeyler yazarak bunu tugay komutanına uzattı. Tugay komutanı şaşırmıştı ve şüpheyle sivile baktı. Bunun üzerine sivil gülümsedi. Ko-mutanda omuzlarını silkerek yüzbaşıya döndü: “Yüzbaşı Chachu. Siz görgü tanığıydınız. Suçlu tutuklandığında nasıl davranıyordu?”

Yüzbaşı somurtarak cevapladı: “Yere uzanmıştı.”

“Yani, direnmedi. Eveet.” Tugay komutanı kısa bir süre duraksadıktan sonra yerinden doğrularak mahkûma verilen cezayı açıkladı: “Mahkûm yedi-üç-bir-üç ölüm cezasına çarptırılmıştır. İdam edileceği tarihe kadar yeniden eğitim için sürgüne gönderilecektir.” Yüzbaşı Chachu şaşırmış, bir an için yerinden doğrulacak gibi görünüyor, mahkûm ise dışarı çıkartılırken hafif hafif gülüyordu.

Diğer mahkûm, numara 7314 içeri getirildi. Bu adam, operasyon sırasında yerde acı içinde kıvranarak bağıran adamın ta kendisiydi. Ürkmüş olmasına rağmen, meydan okurmuş gibi bir hali vardı. Kapı ağzında belirir belirmez, hiçbir soruya cevap vermeyeceğini, merhamet için yalvar-mayacağını haykırdı. Sivil görevlinin, tutukluluk sırasında kötü muameleyle ilgili sorusu dahil hiçbir soruya cevap vermedi ve sessiz kalmakta ısrar etti. Sorgulama tugay komutanının sivile ters ters bakması ve şüpheli gözlerle onu süz-mesiyle sona erdi. Bu bakışlar üzerine sivil, komutana, başını sallayarak “Evet, ver onu bana” dedi. Çok memnun olmuş görünüyordu.

Tugay komutanı kalan kâğıtları hızlı bir şekilde gözden geçirdikten sonra: “Gidelim baylar. Bir şeyler yemeğe ne dersiniz?” dedi.

Mahkemeye bir süre ara verildi. Maxim ve Pandi’ye rahat konumunda durabilecekleri emir verildikten ve Yüzbaşı odadan çıktıktan sonra Pandi öfke içinde Maxim’e: “Şu hayvanları gördün mü? Yılandan da beterler. Eğer şu baş ağrıları olmasaydı, onların degen olduklarını nereden anla-yabilecektik? O zaman olacakları bile düşünmeye korkuyorum.” Maxim’se Pandi’ye cevap vermedi. Zira hiç havasında değildi. Bu dünya hakkında dün oluşturduğu net ve mantıklı tablo yavaş yavaş gitmeye ve bulanıklaşmaya başlıyordu.

Pandi, Maxim’in cevap vermesine ihtiyaç duymaksızın konuşmaya devam etti. Beyaz eldivenlerini, kirlenmelerini önlemek için çıkararak, cebindeki kavrulmuş fındık paketini açtı ve paketi Maxim’e uzattı. Bu sırada da muhafızlık görevinden nasıl da nefret ettiğini anlatıyordu. En başta, degen’lerden bir hastalık kapmaktan ölesiye korkuyor, dahası bu tek kollu adam gibi, kimileri o kadar saygısızca davranıyordu ki kendini güçlükle kontrol edebiliyordu. Bir keresinde sabredebildiği kadar sabretmiş, sonra dayanamayıp bir tanesinin çenesine yumruğu yapıştırmıştı. Bu hare-ketinden dolayı neredeyse erlikten aday erliğe düşürülecekti.

Fakat ona sadece yirmi günlük hapis verilmiş, kırk günden fazla da birliğinden izin alamamıştı. Bu yüzden yüzbaşıya minnettardı.

Maxim, sessizce ağzındaki fındıktan çiğniyor, Pandi’nin anlattıklarını güçlükle dinliyordu. “Nefret” diye düşündü.

“Birileri diğerlerinden nefret ediyor, diğerleri de kendilerinden nefret edenlerden. Fakat neden? Bir an için Ketshefin dediklerini düşündü. ‘Dünya tarihinde hiç bu kadar aşağılık bir hükümet görülmemiştir.’ Neden aşağılıktı? Bu fikri nerden edinmişti?’ İnsanlarına eziyet etmişti.’ Nasıl? Ne demek istemişti? Ya sivil… gerçekten de işkenceyi mi ima etmişti?

Böyle bir şey yüzyıllar önce yok olmuş olmalıydı. Ortaçağ’a özgü bir şeydi. Ya faşizm? Hitler, Auschwitz. Irk teorisi, soykırım. Dünya’nın yıkımı. Guy bir faşist miydi? Ya Rada?