Onun faşist olabileceğini ummuyordu. Ya yüzbaşı? Şu korkunç baş ağrıları ve otoritelere başkaldırıları arasındaki bağı anlayabilmek için neler vermezdim. Neden ABM şebekesini yok etmeye çalışan sadece degenler? Ve neden tüm degenler değil?” Maxim, bir an için düşüncelerinden sıyrılıp Pandi’ye: “Onbaşı Pandi, ya Khantis halkı, onların da hepsi degen mi?” diye sordu.
Pandi bir an düşünceli gözüktü: “Hımm, nasıl açıklayayım? Ee, bizim işimiz şehirdeki değenleri ve ormandaki vahşileri yakalamak. Ordudakiler, Khontı ya da başka herhangi bir yerden gelen tehditle başka çıkabilmek için eğitimlidir. Tek bilmen gereken Khontis’in en kötü düşmanımız olduğudur. Savaştan önce bizim yönetimimizdeydiler, fakat şimdi intikam alıyorlar. Hepsi bu.
Anladın mı?”
“Şöyle böyle” Maxim’in bu cevabı üzeri Pandi onu azarladı: “Bu bir lejyonerin cevap verme tarzı değil. Bir lejyoner sadece ‘Evet, efendim’ ya da ‘Hayır, efendim’ diyebilir. ‘Şöyle, böyle’ bir sivilin cevabıdır ya da bir onbaşının kızkardeşinin cevabı.
Görevdeyken böyle bir cevap veremezsin.”
Çok duyarlı olduğu ve üzerinde çok şeyler söyleyebileceği bu konu açılıp karşısında da dikkatli ve saygılı bir dinleyici bulunca; Pandi, hiç susmayacakmış gibi konuşup saçmalamaya devam etti. Fakat subaylar dönüyordu. Cümlesini yarıda keserek Maxim’e “Dikkat” diye fısıldadı. Masa ve mahkûm koltuğu arasında gerekli manevraları yaptıktan sonra “hazır ol” pozisyonuna geçti. Maxim de onu takip ederek yaptıklarının aynısını yaptı ve yerine geçti.
Subayların keyfi yerindeydi. Yüzbaşı Chachu, yüzünde kibirli bir ifadeyle, diğerlerine yüksek sesle, 96’da zırhlı birlikteyken yiyecek sadece hamurlan olduğuna ve bunun bile onlara nasıl da lezzetli geldiğini anlatıyordu. Tugay komutanı ve sivil görevli de ona sertçe cevap vererek savaş ruhu bu kadar önemliyken Savaş Lejyonu’nun yemeklerinin ne kadar da berbat olduğundan söz ettiler. Daha az konserve kullanılması daha iyi olacaktı. Emir subay kısık, gözlerle ezberindeki yemek tariflerini anlatıyordu. Diğerleriyse susmuş, gözlerindeki garip şefkat ifadesiyle onu dinliyorlardı.
Emir subayı, yemek tariflerini anlatırken bir ara tıkandı ve öksürerek boğazını temizledi. Tugay komutanı iç çekerek: “Evet, çok lezzetli. Fakat şimdi işimize bakmalıyız” diyerek konuyu kapattı.
Hâlâ öksüren emir subayı, dosyayı açıp kâğıtlar arasından birini çıkardı ve anons etti. “Ordi Tader.”
Tıpkı dünkü kadar solgun görünen kadın içeri girdi.
Pandi, onu kolundan tutup yerine oturtmak için elini uzattığında, mahkûm, tıpkı bir yılandan kaçarcasına geri çekildi.
Maxim bir an için onun Pandi’ye saldıracağını düşündü. Fakat saldırmadı; çünkü elleri kelepçeliydi. Sadece sakin ve açık bir şekilde kirli ellerini kendisinden uzak tutmalarını söyledi, etrafından dolanıp yerine oturdu.
Tugay komutanı ona her zamanki soruları sordu. Kadın bunları cevaplamadı. Sivil ona çocuklarını ve kocasını ha-tırlattı; fakat bunun bir faydası olmadı. Düz ve dimdik oturuyordu. Maxim yüzünü göremiyordu. Tek görebildiği dağınık saçlarının altındaki gerilmiş, ince boynuydu.
Kadın, aniden kısık bir sesle: “Siz gerçek birer domuzsunuz. Hepiniz. Katiller! Fakat hepiniz öleceksiniz. Sen, komutan — seni ilk ve son kez görüyorum. Ölümün çok vahşi olacak. Ve siz, kana susamış hayvanlar, sizin gibi iki tanesinin işini bizzat ben bitirdim. Eğer şu iki salak arkamda dikilmeseydi, şu an sizi öldürebilirdim.” Nefesini tutarak devam etti: “Ve sen, sen koca kafalı “Cannon-fodder”, çok kısa zamanda senin de hakkından geleceğiz. Ölümün çok basit olacak. Gel, seni elinden kaçırmış olabilir ama bu işi yapabilecek diğerlerini tanıyorum.”
Onun sözünü kesmiyorlar, aksine onu dikkatle dinliyorlardı.
Saatlerce onu dinleyecekmiş gibi görünürken, kadın aniden yerinden doğrularak masaya doğru ilerledi ve tüm gücüyle tükürdü; fakat tükürüğü boşa gitti. Birden sakinliğini kaybederek ağlamaya başladı. Diğerleri bir süre ağlamasını izledikten sonra komutan yerinden doğrularak kadının ölüm cezasına çarptırıldığını ilan etti. Her zamanki gibi, idamı kırk sekiz saat içinde gerçekleştirilecekti. Pandi, kadını kolundan tutarak, onu koridora doğru itti. Sivil ellerini ovuşturarak gülümsedi ve: “Şansa bak. Muhafızlar bayağı iyi” dedi. Tugay komutanı da onu destekleyerek yüzbaşıya teşekkür etti.
Yüzbaşı susmaları için onları uyardı ve oda sessizliğe büründü.
Sessizlik, emir subayının “Mémo Gramenu” adlı mahkûmu çağırtmasıyla son buldu. Alışılmış formaliteleri atladılar, çünkü dava gayet netti. Mémo Gramenu, tutuklanırken, silahlı direniş göstermişti. Onu sorgulamaya bile gerek görmeden idama mahkûm ettiler. Komutan Gramenu’ya cezasını okurken, o tavana kayıtsızca bakıyor, sol eliyle yaralı elini ovuyordu. Yaralı elinin parmakları yerinden çıkmış ve bir paçavrayla birbirine bağlanmıştı. Maxim, mahkûmun olağandışı bu sakinliğine ve işlemlere olan kayıtsızlığına bir anlam verememişti.
VIII
Guy pijamalarını giydi, üniformasını asarak Maxim’e döndü. Aday Sim, Rada’nın kendisi için köşeye koyduğu yumuşak kanepede yüzü duvara dönük oturuyor, botunun bir tekini çıkarmış, diğerini de çıkarmaya hazırlanıyordu. Guy sürünerek ona yaklaştı ve şakalaşmak istercesine hafifçe bir yumruk savurdu. Her zamanki gibi ıskalamış, Maxim başını tam zamanında geri çekmişti. Guy neşeli bir şekilde: “Kafanda neler var?” diye sordu. “Rada’yı mı özledin? Hiç şansın yok, dostum. Bugün gece vardiyasında.”
Mac, zayıf bir gülümsemeyle, diğer botunu çözmeye devam etti. İlgisizce: “Neden şansım yokmuş ki?” diye sordu. Konuyu değiştirmek istercesine: “Guy, biliyorum ki bana yalan söyle-mezsin.” Botunun bağcıklarını çekelemeyi bırakarak: “Her zaman para aldıklarını söylerdin.”
“Kim? Degenler mi?”
“Evet. Bana ve diğerlerine bundan çok söz etmiştin.
Söylediklerine göre onlar Khontis’in paralı ajanlarıydılar.
Yüzbaşı da bize her gün aynı hikâyeyi anlatıp duruyor.”
“Onlar hakkında söylenecek başka ne var ki?” Aman, Tanrım diye düşündü Guy. Mac yine o sıkıcı konuşmalarından birine başlıyor. “Gerçekten komik bir adamsın, Mac.
Onlar hakkında değişen bir şey yok, yani söylenecek yeni bir şey de yok. Degenler her zaman değendi ve hâlâ da öyleler.
Her zaman düşmanlarımızdan para aldılar. Şimdi de aynı şeyi yapıyorlar. Örnek istiyorsan, geçen yıl bir grup degen bir mahzen dolusu parayla suçüstü yakalandı. Dürüst bir adam bu kadar parayı nereden bulabilir ki? Onlar banker değil.” Mac, botlarını düzgünce duvara yasladı, yerinden doğrularak giysisini düğmelerini çözmeye başladı ve Guy’a dönerek: “Guy. Sizinle ilgili anlayamadığım bir şey var. Sana biri hakkında bir şeyler anlatılıyor, fakat ona baktığın zaman, bunun doğru olmadığını biliyor ve bunun bir hata olduğunu anlıyorsun.” Guy tedirginlikle: “Evet, bu olur” diye cevapladı. “Fakat eğer degenleri kast ediyorsan…”
“Kesinlikle. Bugün onları izledim. Hepsi sıradan insanlardı… herkes gibi. Bazıları daha iyi bazıları daha kötüydü.
Bazıları cesur, bazıları korkaktı. Fakat şu var ki, hiçbiri kesinlikle beklediğim gibi hayvan değildi — ya da senin düşün-düğün gibi. Bekle, sözümü kesme. Tehlikeli olup olmadıklarını bilmiyorum. Herkes onların öyle olduğunu düşünüyor.
Fakat ben onların satın alınmış olduklarını inanmıyorum.”