Bu daha önce hiç olmamasına rağmen, Kaan Amca’nın soruya cevap vermek için yerinden sıçraması, Guy’ı rahatlatmıştı. Kaan Amca, Mac’e her türlü ismi yakıştırdıktan sonra gizli degenlerden söz etmeye başladı. Bunlar, şehirde yaşıyorlardı ve daha beşikteyken ortadan kaldırılan, orta bölgelerdeki yeni türlerin kalıntılarıydılar. Hâlâ o korku dolu anları hatırlıyorlardı. Birçoğu doğum sırasında ölmüş, kimileri de anneleriyle beraber daha doğamadan ölmüştü. Sadece yeni türlerin özelliklerini taşıdıkları çıplak gözle görünmeyen degenler hayatta kalabilmişti. Kaan Amca beşinci bardak şarabını da içti ve diğerlerini susturarak onlara tüm nüfusun tıbbi incelemeye tabi tutulmasıyla ilgili teorisini anlattı. Bunun er ya da geç uygulamaya konulması gerektiği üzerinde ısrar etti. Kesinlikle hiçbir istisna olmayacaktı. Yabani otlar, merhamet edilmeden, köklerinden sökülmeliydi!
Bu konuşmalarla akşam yemeği sona erdi ve Rada masadan tabakları topladı. Kendisini dinleyenlerin tepkilerine dikkat bile etmeden, Kaan Amca laboratuvar tüpünün tıpasını tıkayıp odasına doğru yol aldı. Guy onu gözleriyle takip etti.
Yıpranmış ceketi, yamalı pantolonu, övgüye değer biçimde tamir edilmiş çorapları ve eskimiş ayakkabılarıyla bir yaşlı adam. Lanet olası savaş! Savaştan önce oturduğu daire tümüyle ona aitti. Bir hizmetçisi, bir karısı, bir oğlu, süslü porselenleri, çok parası, hatta bir yerlerde kır evi bile vardı.
Şimdiyse berbat kitaplarla dolu çalışmaları ona sadece bir yatak odası verebiliyordu. Peki başka neyi vardı? İkinci el giysileri, yalnızlığı ve unutulmuşluk. Üzücü bir durumdaydı.
Guy sandalyesini televizyona yaklaştırdı ve uyuşuk bir şekilde ekrana bakmaya başladı. Mac bir süre onun yanında oturdu ve sonra sessizce kalkarak odanın diğer köşesine gitti. Guy’ın küçük kitap koleksiyonuna şöyle bir göz gezdirdi. Bir ders kitabı seçerek sayfalarını karıştırmaya koyuldu.
Rada tabaklarla işini bitirdikten sonra, Guy’ın yanına oturarak, tığla dantel işlemeye başladı. Bir yandan da arada sırada televizyon ekranına bakıyordu. Guy ise uyukluyordu.
Her şey huzur dolu ve sakindi.
Guy çok saçma bir rüya görüyordu. Tren yolu üzerindeki bir tünelde iki degen yakalıyor ve onları sorguya çekmeye başlıyordu. Ansızın degenlerden birinin Mac olduğunu fark ediyordu. Diğeriyse sırıtarak Guy’a: “Bugüne kadar büyük bir hata içindeydin. Senin yerin bizim yanımız. Yüzbaşın sadece kiralık bir katil. O bir vatansever değil. Sadece öldürmekten hoşlanıyor” diyordu. Guy’ı şüpheler allak bullak etmişti, fakat her şey billur kadar açıktı. Bir saniye daha ve sonra tüm şüpheleri yokolup gidecekti. Bu garip durum çok ıstırap vericiydi. Öyle ki, kalbi hızla çarparak ve aniden fırlayarak uyanmıştı.
Mac ve Rada, denizde yüzmek, kum ve tarak kabuklan gibi havadan sudan şeylerden konuşuyorlardı. Ansızın bir düşünce onu sarıp sarmaladı: gerçekten şüphe etme ve tereddüt etme gibi yetenekleri var mıydı? Rüyasındaki şüpheler ne anlama geliyordu? Bunlar gerçek hayatında olabilir miydi?
Bir an için, rüyasını ayrıntılarıyla hatırlamaya çalıştı fakat ayrıntılar ıslak bir sabun kalıbı gibi kayıp gittiler. Guy, rahatlamış bir şekilde tüm bu olanların saçmalık olduğunu düşündü.
Televizyon programı çok sıkıcıydı ve Guy bira içmelerini önerdi. Rada mutfağa giderek buzdolabından iki şişe getirdi.
Bira içmeye ve çene çalmaya başladılar. Bu sırada Mac jeopolitikle ilgili, ders kitabının tamamını hatmetmişti bile.
Rada Mac’e hayran kalmış, fakat Guy ona inanmamıştı. Ona göre bir insan bu kitabı yarım saatte karıştırabilir, fakat kesinlikle onu okuyup özümseyemezdi. Bu imkansızdı! Mac, kendisine bir test yapmasını önerdi ve bir iddiaya girdiler.
Kaybeden, Kaan Amca’nın suratına meslekdaşı Shapshu’nun üstün bir zekâ ve parlak bir bilim adamı olduğunu söyleyecekti.
Guy, kitaptan rastgele bir sayfa açtı ve konunun sonundaki soruları bularak okumaya başladı: “Hükümetimizin kuzeye doğru saygılı bir şekilde genişleme yüce gönüllülüğünü açıkla.” Mac kendi kelimeleriyle cevap verdi, fakat testi doğru bir şekilde özetlemiş ve bu konudaki görüşünü de açıklamıştı.
Ona göre yüce gönüllülükle genişlemenin hiçbir ilgisi yoktu.
Tüm sorun Khonti’nin ve Pandeya’nın saldırgan rejimlerinden kaynaklanıyordu. Guy kafasını kaşıdı, birkaç sayfa çevirdi ve tekrar okumaya başladı: “Kuzeybatı bölgelerindeki ortalama tahıl rekoltesi nedir?” Mac güldü ve kuzeybatıyla ilgili bir bilginin olmadığını söyledi. Guy’ın Mac’i yanıltmaktaki beceriksizliği Rada’da hayranlık uyandırmıştı. “Mavi Yılan Nehri ağzındaki nüfus baskısı nedir?” Mac birkaç rakam verdikten sonra hesaplamada bir hata olduğunu belirtti ve nüfus baskısı kavramının kendisini şaşırttığını, bunun ne anlama geldiğini anlayamadığını ifade etmeyi de ihmal etmedi. Guy, nüfus baskısı kavramının bir saldırganlık ölçüsü olduğunu anlatırken, Rada onun sözünü kesti. “Guy” dedi, bilinçli olarak konuyu değiştirmek istiyordu; Guy’ın bahsi kaybedeceğini ve çaresizce çırpındığını anlamıştı.
Kaan Amca’yla yüzleşme fikri Guy’ı korkutmuştu ve bir tartışma başlatarak Mac’i oyalamaya çalıştı. Mac bir süre onu dinledi. Sonra pat diye, Rada’nın garson olarak yeni bir işe başlamak yerine okula dönmesi gerektiğini söyledi. Guy, konunun değişmesiyle rahatlayarak, Rada’ya binlerce kez Kadınlar Lejyon Birliği’ne katılmasını söylediği haykırdı.
Burada faydalı bir vatandaş haline gelebilirdi. Konuşma tatsız bir hal alıyordu. Mac sadece başını salladı ve Rada, daha önceki konuşmalarında olduğu gibi, Kadınlar Lejyon Birliği’nden en kaba kelimelerle söz etti.
Guy onunla bir tartışmaya girişmeye tenezzül etmedi. Ders kitabını bir kenara atarak, dolaba gitarını almaya gitti.
Gitarını getirdikten sonra, onu akort etti. Mac ve Rada masayı bir kenara itip yüz yüze durdular ve “Evet-evet, Hayırhayır” şarkısı eşliğinde dans etmeye hazırlandılar. Guy onlar için şarkıyı çalıyor, onları izliyor ve ne kadar da muhteşem bir çift olduklarını düşünüyordu. Fakat bir daire bulmak çok zordu. Eğer ikisi evlenirlerse, Guy barakalara taşınmak zorunda kalacaktı.
Aslında bu o kadar da kötü değildi. Birçok onbaşı böyle yaşıyordu. Diğer yandan, Mac pek de evlenmeyi planlıyormuş gibi davranmıyordu. Ona gösterdiği olağandışı şefkat ve saygıya rağmen, Mac, Rada’yı bir arkadaş olarak görüyordu. Rada’nın ise ona çoktan âşık olduğu apaçıktı.
Gözleri nasıl da parlıyordu! Bir kız, böyle bir adama nasıl âşık olabilirdi? Şu yaşlı cadı Bayan Go bile Mac’in koridorda sesini duyduğunda, başını kapıdan dışarı çıkarıp ona sırıtıyordu. Binadaki tüm kiracılar ona büyük ilgi gösteriyordu.
Tabii ki lejyonerler de. Sadece yüzbaşı ona garip davranıyordu… O bile onun bir ateş parçası olduğunu inkâr etmiyordu.
Çift, bitkin düşene dek dans etmeye devam etti. Mac, Guy’dan gitarı alarak kendi bildiği gibi akort ettikten sonra dağ şarkıları söylemeye başladı. Farklı akorlardan düzinelerce dağ şarkısı… Bu şarkılar Guy’da hâlâ garip bir etki bırakıyordu. Bir kelime bile anlamamasına rağmen, bazen ağlamaklı, bazense şen şakrak oluyordu. Rada çoktan birkaçını ezberlemiş, onları mırıldanıyordu. En çok sevdikleri şarkılardan biri de dağda erkek arkadaşını bekleyen bir kızla ilgili olan komik şarkıydı. Ne kadar çabalarsa çabalasın adam kıza ulaşamıyor, yolunu kapayan engeller birbiri ardı sıra önüne çıkıyordu.
Kapı zilini, müzik yüzünden duyamadılar. Bunun üzerine kapı sertçe çalındı. Kapıdaki Yüzbaşı Chachu’nun emir eriydi.