Выбрать главу

“Onbaşı, efendim, sizinle konuşabilir miyim?” diye haykırdı.

Aynı anda Rada’ya gizli bir bakış fırlattı.

Mac, gitarı çalmayı kesti. Guy: “Nedir?” diye sordu.

“Yüzbaşı sizi ve Aday Sim’i acilen bölük merkez karakolunda rapor vermek üzere çağırdı. Aşağıda bir araba bizi bekliyor.” Guy aceleyle: “Git ve bizi arabada bekle. Birkaç dakika içinde orada olacağız” dedi ve Maxim’e döndü. “Acele et ve giyin.” Rada gitarı alarak, sanki bir bebek taşıyormuş gibi özenle kollarının arasına aldı ve dönüp pencereye doğru yürüdü.

Mac sordu: “Nedir bütün bunlar?

“Nereden bileyim? Belki de bir tatbikat alarmıdır.”

“Bunu sevmedim.” Guy, Mac’e bakıp radyoyu açtı. Olağanüstü hiçbir şey radyodan anons edilmiyordu. Aceleyle giyindiler. Guy: “Pekâlâ, Rada, gidiyoruz” dedi.

Rada yüzünü ona dönmeden: “Öyleyse gidin” diye cevap verdi. “Gecikirseniz beni arayın.

Emir eri, nezaketen Guy’a kapıyı açtı. Arabaya atladılar ve merkeze doğru yol aldılar. Belli ki, acil bir durum için çağrılmışlardı. Şoför sireni çalarak, hızla varacakları yere doğru arabayı sürmeye başlardı. Guy, özlemle geçirdikleri güzel geceyi düşündü. Fakat o bir lejyonerdi ve lejyonerlerin yaşamı da bundan ibaretti. Birkaç dakika içinde emirlerini alacaklar, silahlarını sırtlayıp ateş etmeye başlayacaklardı.

Tam da hoş bir akşamın ortasında, tam da biralarını içmiş, sıcak pijamalarının içinde, gitar eşliğinde şarkılar söylerken bir anda çağrılmışlardı. Ah, evet, bu bir lejyonerin hayatıydı ve diğerlerinin en iyisiydi. Eşler, kız arkadaşlar? Onlara ihtiyaç yoktu. Mac Rada’yla evlenmek istemiyordu. Ne önemi vardı. Rada bekleyebilirdi. Eğer onu seviyorsa, bekleyecekti.

Araba, tören alanına daldı ve barakaların girişinde ani bir frenle durdu. Guy, arabadan atlayarak merdivenlere doğru koştu. Kapıya gelince kısa bir süre durarak beresini ve kemer tokasını kontrol etti. Mac’i kısaca tetkik etti ve yaka düğmesini ilikledi — massaraksh, düğmesi her zaman açıktı!Kapıyı çaldı. Tanıdık bir ses içerden haykırdı.

“Girin!”

Guy içeri girdi ve görev için rapor verdi. Kafasında bir şapka ve boynunda yünden bir atkı olan yüzbaşı, masasında oturmuş kahve içerken bir yandan da sigarasını tüttürüyordu.

Hemen önündeki fişek kutusu izmaritlerle doluydu. İki hafif makinalı tüfek masasının yan cephesine yaslanmıştı.

Yavaşça doğruldu, iki eliyle masaya dayanarak eğildi ve Mac’e bakarak konuşmaya başladı: “Aday Sim, olağanüstü bir dövüşçü ve sadık bir yoldaş olduğunu gösterdin. Tugay Komutanı’na, Savaş Lejyonu’na düzenli bir er olarak, erken terfi edilmen konusunda başvu-ruda bulundum. Ateşle olan imtihanını başarıyla geçtin. Şimdi sırada kanla olan imtihanın var.” Guy çok sevinmişti. Böyle bir terfinin bu kadar erken olacağını ummuyordu. “İşte sana eski bir asker” diye düşündü. “Mac hakkında olumsuz hislere sahip olduğunu düşünmekle ne kadar da aptallık etmişim.” Guy, Mac’e baktı.

Gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibiydi ve çok sert bir yüz ifadesi vardı. Onun bu durumu Guy’ın neşesini kaçırdı. Her şey kurallara göre olmalıydı. Fakat bu özel anda kurallar pek de önemli değildi. Yüzbaşı Mac’e bir belge uzatarak konuşmasını sürdürdü: “Sana bir emir vermek üzereyim, Aday Sim. Bu sana kişisel olarak yöneltilmiş ilk emir. Umarım ki bu son olmaz. Oku ve imzala.”

Mac, emri alarak kısaca bir göz gezdirdi. Kalbi yine hızla atmaya başlamıştı. Fakat bu seferki sevinçten değil, belirsiz ve korku dolu bir önsezi yüzündendi. Mac’in yüzü kaskatıydı ve her şey yolunda gibi gözüküyordu. Bir şey dışında… Mac, kâğıdı eline aldığında neredeyse fark edilemeyecek bir şekilde tereddüt etmiş, daha sonra kalemi alarak imzalamıştı.

Yüzbaşı imzayı inceledikten sonra, kâğıdı harita kutusunun içine koydu.

Masasındaki daktiloyla yazılmış zarfı alarak “Onbaşı Guy, nezarethaneye giderek idam mahkûmlarını buraya getir. Bir silah al — hayır, onu değil, bunu al…” Guy zarfı aldı. Silahını omzuna asarak, kapıya yönelmişti ki bir an tereddüt etti. Sonra tekrar kapıya dönerek dı şarı çıktı. Hâlâ daha yüzbaşının Mac’e: “Merak etme, Aday Sim.

Endişeye gerek yok. Sadece ilk seferinde biraz ürkütücüdür” dediğini duyabiliyordu.

Guy tören alanını aceleyle geçerek nezarethaneye yöneldi. Baş nöbetçiye zarfı verdi ve gerekli yerlere imzasını attıktan sonra dönüşte kullanacağı giriş kartlarını aldı. İdam mahkûmları ona teslim edildi. Bunlar, muhafızlık görevindeyken sorgulananlardı. Mac’in parmaklarını çıkarttığı tıknaz adam ve kadın Massaraksh, bu çok fazlaydı! Kadın, kesinlikle gereksizdi. Bu Mac’e göre bir iş değildi.

Mahkûmlarla talim sahasına geçti ve onları barakalara doğru itekledi. Elini ovuşturan adam güçlükle yürüyor, kadın ise ellerini ceplerine sokmuş bir baston gibi dimdik duruyor, etrafındaki hiçbir şeye ilgi göstermiyordu. “Massaraksh, neden Mac olmasın? Lanet olsun, neden olmasın? Bu kadın da diğer degen piçleri kadar kötüydü. Neden ona bir ayrıcalık tanıyalım ki? Ve neden, massaraksh, neden Aday Sim’e bir ayrıcalık tanıyalım? Bırakalım buna alışsın” diye düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı.

Yüzbaşı ve Mac kamyonda onları bekliyordu. Yüzbaşı, direksiyonun başındaydı. Mac ise arkada, silahı dizlerinin arasında oturmuştu. Guy, kapıyı açtı ve mahkûmlar kamyona bindi. “Yere oturun” diye bağırdı. Mahkûmlar, ona itaat ederek, kamyonun kasasının soğuk, çelik zeminine oturdular.

Guy ise Mac’in tam karşısında bir yere çöktü.

Mac’in bakışlarını yakalamaya çalıştı, fakat Mac mahkumlara bakıyordu. Hayır, büzülerek dizlerine sarılmış oturan kadına bakıyordu. Yüzbaşı arkasını dönmeden onları hazır olup olmadıklarını sordu ve kamyon yola koyuldu.

Yüzbaşı, belli ki işi bir an önce bitirmek istediğinden son hızla kamyonu sürerken, diğerleri sessizlik içindeydi. Mac, sanki onun dikkatini çekmek istercesine kadına bakıyor, Guy ise Mac’in bakışlarını yakalamaya ve onunla göz göze gelmeye çalışıyordu. İdam mahkûmları, birbirlerine sıkıca sarılmış, yerde kıvranıyorlardı. Adam, kadınla konuşmaya başladığı sırada Guy ona bağırdı. Araç, şehri geride bırakıp güney geçidini geçtikten sonra tanıdık boş bir köye girdi.

Pembe mağaralara uzanan çok tanıdık bir köydü. Yüzbaşı, aracı tekrar döndürdü, sert bir fren yapıp bir taş ocağının orada durdu. Motoru durdurarak herkese inmesini emretti.

Neredeyse şafak vakti olmuş ve hafif bir duman taş ocağından yükseliyordu. Rüzgârla aşınmış duvarları, dışarı zayıf pembe bir parıltı saçıyordu. Uzun zaman önce burada mermer çıkartılıyordu. Mac, kafasını toplayıp örnek bir asker gibi davranmaya çalıştı. Her türlü olumsuz hareketten kaçınmaya çalıştı. Yüzü hissiz bir ifadeyle kaplıydı ve gözleri, bir emir beklentisiyle, yüzbaşına odaklanmıştı. Tıknaz olan adam saygılı bir şekilde hareket ediyordu. Hayır, başlarına bela olmayacaktı. Ama kadın en sonunda kendini kaybetti.

Yumruklarını sıkarak, onları bir göğsüne bastırıyor bir serbest bırakıyor, bir yandan da çırpınıyordu. Guy, kadının isteri nöbetine tutulacak diye-düşündü, fakat beklediği olmadı.

Yoksa onu idamın yapılacağı noktaya sürüklemek zorunda kalacaklardı.

Yüzbaşı bir sigara yakarak, gökyüzüne baktı ve Mac’e: “Onları şu yoldan mağaraya doğru götür. Mahkûmları nereye dizeceğini biliyorsun. İşin bittiğinde öldüklerinden emin ol ve onları kontrol et. Eğer gerekirse onlara bitirici darbeyi vur.