“Tekrar anlat!”
“Sadece Ketshef, Ordi, sen ve kimliğini açıklamayan iki kişinin daha yakalandığı operasyona katıldım. Bunlardan birinin protez kolu vardı.”
“Yüzbaşının çok acelesi vardı. Bunu nasıl açıklayacaksın?
Bir lejyoner kanla imtihan edilmeden önce en az üç operasyona katılmalıdır.”
“Bilmiyorum. Sadece bana güvenmediğini biliyorum. Hâlâ neden beni mahkûmları vurmak için gönderdiğini anlayamıyorum.”
“Seni neden vurdu?”
“Sanırım korktu. Çünkü o sırada silahını bırakmasını sağlamaya çalışıyordum.”
Uzun saçlı adam: “Anlamıyorum” dedi. “Şimdi şunu doğru anlamış mıyım, bir görelim: Sana güvenmiyordu, bu yüzden seni denemek için idamları senin gerçekleştirmeni istedi Mémo, araya girdi: “Bekle, Forester. Burada çok fazla palavra dönüyor. Kelimeler hiçbir şey anlamına gelmez. Senin yerinde olsaydım, doktor, onu incelerdim. Anlattıklarında bir bit yeniği var.”
“Onu karanlıkta inceleyemem.”
Maxim: “Bir mum yakın” diye öneride bulundu. “Ben sizi nasıl olsa görüyorum.”
Bir an için odayı bir ölüm sessizliği kapladı. Bu sessizliği geniş omuzlu adamın sorusu bozdu.
“Bizi gördüğünü söylemekle ne demek istiyorsun?”
Maxim omuzlarını silkerek: “Karanlıkta görebilirim” dedi.
Mémo: “Saçmalık” diye çıkıştı. “Eğer beni görebiliyorsan, şu an ne yaptığımı söyle.”
Maxim yüzünü ona döndü: “Tüfeğinle bana nişan alıyorsun. Daha doğrusu, bana nişan aldığını sanıyorsun, ama tüfeği doktora doğru tutu-yorsun. Adın Mémo Gramenu. Lakabın ise Ölüm Tekmesi ya da sadece Tekmeci olsun. Seni tanıyorum. Suratında bir sıyrık var. Bu daha önce yoktu.”
Doktor: “Noctalopia” diye mırıldandı. “Bir ışık yakalım. Karanlıkta oturmamız çok aptalca. O bizi görürken biz onu göremiyoruz.
“El yordamıyla kibrit aramaya koyuldu.
Memo onu onayladı: “Evet. Bu gerçekten aptalca. Burdan ya bizden biri olarak çıkar ya da hiç çıkamaz.” Maxim, izin isteyerek doktora doğru uzandı ve ondan kibriti alıp mumu yaktı.
Odadakilerin karanlığa alışan gözleri, ışık yanınca rahatsız oldu. Doktorsa aceleyle piposunu yaktı. Maxim’e “Soyun” dedi.
Maxim keten gömleğini sıyırıp attı. Herkes onun göğsüne baktı. Doktor yerinden doğrulup Maxim’in bulunduğu yere geçti. Ondan farklı yönlere dönmesini istedi ve soğuk parmaklarını sertçe vücuduna bastırdı. Kimse sesini çıkart-madığı sırada uzun saçlı dosthane bir şekilde: “Yakışıklı bir çocuk” dedi. “Benim oğlum da senin gibidir.” Kimse ona cevap vermedi. Güçlükle yerinden doğruldu.
Ayaklarını sürterek odanın köşesindeki büyük hasır kabı aldı ve onu kaldırarak masaya koydu. Daha sonra da masaya üç bardak dizdi.
“Bardakları sıra ile kullanabiliriz. Aranızda aç olan varsa, peynir ve biraz da ekmek var.
Geniş omuzlu olan: “Bekle, Forester” dedi. “Şu kabı önümden çek. Bir şey göremiyorum. Ee, doktor ne düşünüyorsunuz?” Doktor, son kez soğuk parmaklarıyla Maxim’i muayene ettikten sonra piposundan bir fırt aldı ve her tarafını dumanlar kapladı. Ardından işini bitirdi ve yerine oturdu.
“Forester, bardağı doldur. Bunun gibi bir şey üzerine içilir.” Sonra Maxim’e döndü.
“Giyin.”
“Ve… Korkuluk gibi sırıtmayı da kes. Sana soracağım birkaç soru var.” Maxim giyindi. Doktor, bardağından bir yudum aldı ve Maxim’e sordu: “Ne zaman vurulduğunu söylemiştin?”
“Kırk yedi gün önce.”
“Neyle vurulduğunu söylemiştin.”
“Bir tabancayla. Orduya ait bir tabancayla.” Doktor, bardağından bir yudum daha alarak, geniş omuzlu adama döndü ve: “Bu sert çocuğun orduya ait bir tabancayla ve de yakın mesafeden vurulduğuna iddiaya girerim.” dedi.
“Fakat vurulmasının üzerinden kırk yedi gün değil en azından yüz kırk yedi gün geçmiş olmalı. Kurşunlar nerede?” diye sordu Maxim’e dönerek.
“Vücudum onları kabul etmedi, ben de onları fırlatıp attım.”
“Dinle, ee… adın neydi… Mac! Yalan söylüyorsun! Bize gerçeği söyle!”
Maxim dudağını ısırarak ısrar etti: “Doğruyu söylüyorum. Yaralarımızın ne kadar çabuk geçtiği hakkında bir fikriniz yok. Yalan söylemiyorum.” Bir ara durdu. “Bunu size çok kolay kanıtlayabilirim. Elimi kesin. Eğer çok derin bir kesik değilse, on ya da on beş dakika içinde iyileşecektir.”
Ordi ilk defa söz aldı: “Bu doğru. Bunu kendi gözümle gördüm. Patatesleri soyuyordu ve parmağını kesti. Yarım saat sonra kesiğin yerinde sadece beyaz yara izi duruyordu. Bir gün sonra da kesikten iz kalmamıştı. Dağlardan olduğunu söylediğinde inanmıştım.
Gel de, dağ insanlarının kendine özgü bir ilacı olduğundan söz ederdi. Yaraları nasıl iyileştireceklerini biliyorlar.” Doktor, ağzından dumanlar çıkararak: “Pöh, dağ ilacı mı?” dedi ve bir fırt daha çekti. “Peki, diyelim ki, böyle bir ilaç var. Ancak elini kesmekle yakın mesafeden yedi kurşun yemek aynı değildir. Bu genç adamın vücudunda yedi delik var, en azından dördü de ölümcül yaralar.” Geniş omuzlu inanmadığını gösteren bir yüz ifadesiyle.
“Ne saçmalıyorsun!” diye çıkıştı. Doktor, onun bu çıkışına cevap verdi: “Buna inanmalısın. Bir kurşun kalbinden, biri omurgasından, ikisi de karaciğerinden girmiş. Tüm bunlara bir de büyük kan kaybını, kaçınılmaz kan zehirlenmesini ve ba-kımdan yoksun kalmasını ekleyin. Massaraksh, sadece kal-bine atılan kurşun bile onu öldürmeye yeterdi.” Geniş omuzlu Maxim’e hitap ederek: “Bunu açıkla.”
“Doktor hatalı. Kurşun yaralarıyla ilgili teşhisi doğru fakat bir yerde hatalı, bizim için bu yaralar ölümcül değil. Eğer yüzbaşı beni başımdan vursaydı ki vurmadı, o zaman işim bitmişti. Doktor, kalbin ve karaciğerin ne kadar da dayanıklı olduğu hakkında hiçbir fikriniz yok.”
Doktor onu onayladı. “Doğru.”
Geniş omuzlu araya girdi.
“Tek bildiğim, bize birini onun işini bitirmeden yollamayacaklarıdır. Doktorlarımız olduğunu çok iyi biliyorlar.”
Odaya uzun bir sessizlik hakim oldu ve Maxim sabırla sessizliğin dinmesini bekledi. “Onların yerinde olsam böyle bir hikâyeye inanır mıydım?” diye düşündü. “Sanırım evet. Bu dünya için fazla safım. Şunu söyleyebilirim ki, gerçekte olduğumdan da daha fazla safım. Örneğin şu Memo denen adam. Bu adamı sevmiyorum. Neredeyse gölgesinden bile korkuyor. Arkadaşlarının yanında bile dizlerinde bir makinalı tüfekle oturuyor. Herhalde benden de korkuyordun Yine silahını alıp parmaklarını çıkaracağımı düşünüyordur. Pekâlâ, belki haklı. Lanet olsun, bir daha kimsenin beni vurmasına izin vermeyeceğim.” O anda taş ocağındaki soğuk geceyi ve karanlık cansız gökyüzünü hatırladı. Yapışkan, kumlu bir alanda uzanmak zorunda kalmıştı. “Hayır, bu kadarı yeter. Bu andan itibaren, önce ben ateş edeceğim.” Aniden Ordi sessizliği bozdu: “Ben ona inanıyorum. Anlattıkları saçma, ama o da sıradan bir adam değil. Böyle bir hikâye uydurması imkânsız; çünkü bunun aptalca olacağını o da biliyor. Eğer ona inanmasaydım, onu saçma hikâyesini anlatır anlatmaz vururdum. Belki de delinin biri. Bu mümkün. Ama kesinlikle bir provakatör değil.
Onunlayım.”
Geniş omuzlu onu susturdu: “Bu kadar yeter, Ordi. Bir süre için çeneni kapa.” Maxim’e döndü: “Devlet Sağlık Bölümü’nde inceleme altında kaldın mı?”
“Evet kaldım.”
“Ve onaylandın.”
“Elbette.”
“Herhangi bir kısıtlama olmaksızın mı?”