“Kartta sadece ‘onaylandı’ yazıyordu.”
“Savaş Lejyonu hakkındaki fikrin nedir?”
“Bence daha çok başkaları tarafından, yani “Tüm Güçlü Yaratıcılar” tarafından kontrol edilen beyinsiz bir örgüt. Ancak hâlâ anlayamadığım birçok yönü var.”
“Tüm Güçlü Yaratıcılar hakkında ne düşünüyorsun?”
“Sanırım askeri diktatörlüğü onlar yönetiyorlar. İlkeleri yok ve ben de amaçlarına yakın değilim.”
“Peki ya degenler hakkındaki düşüncen nedir?”
“Bence bu uygunsuz bir tanımlama. Bence sizler suikastçılarsınız. Sizin amaçlarınızı da pek anlamış değilim. Ama gördüğüm insanlardan hoşlandım. Hepsi dürüst ve — nasıl desem- ne yaptıklarının bilincindeler.”
“Pekâlâ, ya acılar, sana da bazen oluyor mu?”
“Şu şiddetli baş ağrıları mı? Hayır, hiçbir zaman.” Forester araya girdi.
“Neden ona bu soruyu sordun? Eğer o acıları çekiyor olsaydı, şu an karşımızda bu şekilde oturamazdı.”
“Bilmek istediğim tamamen buydu. Neden burada?” Geniş omuzlu tekrar Maxim’e döndü. “Neden bize geldin? Bizimle dövüşmek mi istiyorsun?” Maxim “hayır” anlamında başını salladı.
“Böyle bir şey söyleyemem. Çünkü doğru olmaz. Neler döndüğünü anlamak istiyorum. Şu anda onlarla olmaktansa sizin tarafınızda olurum daha iyi. Ama sizin hakkınızda da çok az şey biliyorum.” Ona soru soranlar bir süre bakıştılar. Forester: “Biz işleri onlar gibi görmeyiz, dostum” diye anlatmaya başladı. “Şu şekilde çalışırız: Eğer bizden biriysen, gider dövüşürsün. Fakat eğer değilsen, bu durumda, biz., ne de mek istediğimi biliyorsun. Nereden demiştin, kafandan mı?” Doktor iç çekti ve piposuyla hafifçe oturduğu sıraya vurdu.
“Sıradışı ve zor bir vaka. Bir önerim var. Bırakın bize sorular sorsun. Soracakların var, değil mi, Mac?”
“Bu yüzden buradayım.”
Ordi sırıtarak: “Çok sorusu var” dedi. “Anneme bir dakika bile rahat vermedi ve beni de rahatsız etti.”
Geniş omuzlu Maxim’e ve doktora hitaben: “Başla ve sen doktor, sorulara cevap ver. Biz de dinleyeceğiz.” Maxim yanıtları almaya başlamıştı bile.
“Yaratıcılar, sermaye, politika ve askeri alanda dolaplar çevirenlerin oluşturduğu bu topluluğun iki güdüsü var. En önemli güdüleri, iktidarda kalmak ve ikinci güdüleri de bu iktidardan maksimum fayda sağlamak. Hepsi hırsız, şehvet düşkünü ve sadisttir. Ayrıca yine hepsinde iktidar açlığı vardır.
Bu yeterli mi?”
“Ya ekonomik programları? İdeolojileri nedir? İktidarlarını hangi temele oturtuyorlar? Nerelerden destek alıyorlar?”
Herkes birbirine baktı. Forester ağzı açık, Maxim’e bakıyordu. Doktor devam etti.
“Ekonomik program mı? Bizden çok şey bekliyorsun. Biz teorisyen değiliz. Daha çok gerçekçiyiz. Ağır basan çıkış noktaları, bizi yok etme arzularıdır. Biz ise sadece hayatımız için mücadele veriyoruz.” Doktor piposunu yeniden tütünle doldurdu.
“Kimseyi suçlamak gibi bir niyetim yok. Tek istediğim neler döndüğünü anlamak.” Maxim tarihsel gereklilik teorisini açıklamak istiyordu; ancak dilleri bu teoriyi anlatacak yeterli kelimelerden yoksundu. “Hayatta kalma mücadeleniz dışında amaçlarınız nedir? Ne istiyorsunuz? Ve sizler kimsiniz?” Forester, cevap vermek üzere atıldı: “Bırakın ona cevap vereyim. Bak dostum, dağlı insanların hakkında pek bilgim yok; ama sana ülkemizdeki insanların ne hissettiklerini anlatabilirim. Biz yaşamak istiyoruz; çünkü yaşamı çok seviyoruz. Sen de bize başka ne istediğimizi soruyorsun. Benim için hayatta kalmak yeterli. Sence bu küçük bir şey mi? Tamam, sen cesur birisin! Evinden, karından, çocuklarından uzak, herkesin seni terk ettiği bir bodrumda gizlenmeyi dene. Süslü lafları bırak artık.” Geniş omuzlu onu susturmaya çalıştı: “Sakin ol, Forester.”
“Hayır, neden sakin olayım? Karşımda toplum ve ekonomik programlar gibi boş laflar eden sivri zekâlı biri var.
Doktor: “Sakin ol, Forester” dedi. “Kendini bu kadar yorma. Görüyorsun ki, bu adam hiçbir şeyi anlamıyor.” Maxim’e döndü: “Hareketimiz çok heterojen. Tek bir politik programımız yok zaten bu da imkânsız. Onları öldürüyoruz; çünkü onlar da bizlerden olanları öldürüyor. Anlamalısın. Biz sürekli suçlanan, hayatta kalma umudu çok az olan adam ve kadınlarız. Bizim için biyoloji, politikadan daha önemli. Hayatta kalmak tek amacımız. Teorik kuruluşlar üzerine kafa yoracak zamanımız yok. Yani eğer önümüze bir tür sosyal programla geldiysen, bundan hiçbir şey çıkmasını bekleme.”
“Fakat tüm bunların arkasında ne var? Neden sizi yok etmeye çalışıyorlar?”
“Hepimizi dejenere varlıklar olarak görüyorlar. Kimse tüm bunların nasıl başladığını hatırlamıyor. Ancak “Yaratıcılar” bizi yok etmeye çalışarak bundan çıkar elde ediyor. Böylece insanları, ülkenin iç sorunlarıyla ilgilenmekten uzaklaştırıyorlar. Sermayedarlardan rüşvet alıyorlar. Savaş gereçleri satışlarından ve ABM kuleleri inşaatından inanılmaz paralar kazandılar.”
“Şimdi anlamaya başladım. Yani sebep para. Bu Yaratıcılar, sermaye odaklarına hizmet ediyor. Peki başka kimlerin arkasına saklanıyorlar?”
“Hayır, hayır. Kimseye hizmet edip kimsenin arkasına saklanmıyorlar. Sermaye odakları, Yaratıcıların ta kendileri.
Onlar her şey demek. Öte yandan da hiçbir şeyler; çünkü bu anonim bir grup ve devamlı olarak birbirlerini yiyorlar.” Geniş omuzluya dönerek: “Bence Vepr’le konuşmalı” diye önerdi.
“Birbirlerinin dilinden anlayabilirler.”
“Güzel. Yaratıcılar hakkında Vepr’le konuşacağım. Ama şimdi…” Mémo sinirli bir şekilde Maxim’in sözünü kesti: “Bunun için çok geç. Vepr çoktan öldürüldü.”
“Tek kollu adam.” diye açıkladı Ordi. “Ona ne olduğunu biliyor olmalısın.”
“Biliyorum” dedi Maxim. “Ancak o öldürülmedi. Bir ceza kolonisinde tekrar eğitim için sürgüne gönderildi.” Geniş omuzlu haykırdı: “İmkânsız! Vepr mi?”
“Evet. Gel Ketshef idama mahkûm edildi. Vepr’se ceza kolonisine gönderildi. İsmini vermeyen bir sivil onu götürdü.
Büyük bir ihtimalle karşı casusluk için.” Odayı tekrar uzun bir sessizlik kapladı. Doktor, içkisinden bir yudum aldı. Geniş omuzlu sessizce oturuyordu. Forester ise inleyerek şefkatle Ordi’ye bakıyordu. Ordi, gözlerini masaya dikmiş, dudaklarını birbirine yapıştırmıştı.
Konuştukları konu tehlikeliydi ve Maxim konuyu açtığı için üzgündü. Mémo dışında herkes sarsılmıştı. O üzülmüş gibi değil de daha çok korkmuş görünüyordu. Maxim “Memo gibilerine makinalı tüfekler verilmemeli” diye düşündü.
“Hepimizi yanlışlıkla vurabilir.” Geniş omuzlu Maxim’e sordu: “Pekâlâ, başka sorun var mı?”
“Elbette var. Hem de bir sürü. Fakat onların sana kaba bir şekilde saldırmasından korkuyorum.”
“Her neyse, sorularını sorabilirsin.”
“Pekâlâ, sadece bir tane daha. ABM kulelerinin siglerle ne ilgisi var? Hayatınıza nasıl müdahale ediyor?” Etrafındakiler, Maxim’e onu küçümsercesine güldüler.
Doktor açıklamaya başladı: “Onlar ABM kuleleri değil, bizim felaketimizdir. Bir radyasyon iletme aleti icat ettiler ve bunu dejenere varlıklar yaratmak için kullandılar. Senin gibi birçok insan radyasyondan hiç etkilenmedi. Ancak talihsiz bir azınlık değişik fizyolojik özellikleri yüzünden, radyasyon saldırıları sırasında dayanılmaz acılara maruz kaldı. Bazıları bu acıları kaldırabiliyordu; ama kaldıramayanlar çığlıklar atıyordu.
Acıları kaldıramayanların üçte biri bilincini yitirdi. Dörtte biri ise aklını oynatıp öldü. Ayrıca devriye araçlarında da kısa mesafeli radyasyon aletlerinden var. Bu da yetmezmiş gibi geceleri belirsiz zamanlarda radyasyon yayan kendiliğinden çalışan aletler de kullanıyorlar. Kulelerse, günde iki kere tüm ülkeyi etkileyen radyasyon saldırıları düzenliyor. Bu saldırılardan kaçabilmemiz mümkün değil. Korunmak için kalkanımız yok. Çıldırıyor, kendimizi vuruyor ya da çaresizlik içinde inanılmaz şeyler yapıyoruz. Gün geçtikçe tükeniyoruz.”