Выбрать главу

Bataklığın ötesine bakarak ağır ağır sigarasını içiyordu.

Ordi, soğukkanlı, sakin bir yapıdaydı ve herhangi bir şeye hazırlıklıydı. insanlar ondan çekinirdi; çünkü o diğerlerini, yok etme mekanizmasına az ya da çok katkıları olan parçalar olarak görürdü. Geçmişi ve bugünüyle ilgili karanlık ya da sorgulanabilir hiçbir şey yoktu. Eğitimli bir aileden geliyordu.

Babası savaşta ölmüş, annesi ise Duck Köyü’nde öğretmenliğini sürdürüyordu. Ordi de annesi gibi öğretmendi.

Degen olmak suçuyla kovulana dek… Saklanmış, Khonti’ye kaçmaya çalışmış ve en sonunda silah kaçakçılığı yapan Gel Ketshefle karşılaşmıştı. Gel, ondan bir terörist yaratmıştı.

Davaya derinden bağlılığı tamamen idealist temellere dayandırmıştı. Kendisini özgür düşünen bir birey olarak görüyor ve toplumun da özgür düşünce hakkına sahip olması için savaşıyordu.

Yedi yıl önce polis Ordi’yi izlemiş, kendisinin ve kocasının teslim olması için oğlunu rehin almıştı. Yeraltı kurmayları, buna izin vermemişti. Çünkü Ordi çok fazla şey biliyordu.

Çocuğundan hiç haber alamamış, derinlerde bir yerlerde hâlâ onun yaşadığını hissetmesine karşın, çocuğunun öldüğünü düşünmüştü. Geçen yedi yıl boyunca onu sürükleyen en önemli şey, düşmana duyduğu nefretiydi. Adil bir toplum rüyası ise çok uzaklarda kalmış, hayalden öteye gidememişti.

Kocasını çok sevmesine rağmen, ölümünü şaşırtıcı bir sükûnetle karşılamıştı. Büyük ihtimalle onun tutuklanmasından çok önce kendisini bir şeylere bağlanmama fikrine alıştırmıştı. Şimdi ise tıpkı Gel’in ölmeden önce olduğu gibi, Ordi de yaşayan bir ölüydü, ama oldukça tehlikeli bir yaşayan ölü.

“Mac, bir acemi,” dedi Memo. “Yalnızken başından olmayacağını nereden biliyoruz? Sadece bu acemiye bel bağlanarak yapılan yeni plana güvenip, daha emin olan ilk plandan vazgeçmek çok saçma. Bir kere söyledim ve tekrar söylüyorum. Bu çok riskli.”

“Kes şunu” dedi Green. “Bu bizim işimiz. Yeni plan, eski plan ne fark eder? Hepsi aynı derecede risk taşıyor. Başka ne bekliyorsun ki? Biliyorsun ki işimizi risk almadan yapamayız ve bu haplar riskleri azaltacak. Onları saat 22.00’de vurduğumuzda, kuledeki herifler neye uğradıklarını şaşıracaklar. Büyük bir ihtimalle o sırada viski içip avazları çıktığı kadar şarkı söylüyor olacaklar. Tam da o zaman saldıracağız. Belki silahlarını bile dolduramayacak kadar sarhoş olacaklar. Evet, tamam, ben planı beğendim. Ya sen Mac?” Forester araya girdi: “Aynı şeyi düşünüyorum. Eğer bu plan benim için bile sürpriz olduysa, düşünün ki lejyonerler için ne kadar büyük bir sürpriz olacak. Green haklı: Neye uğradıklarını şaşıracaklar.

Dahası bu haplar bize fazladan beş dakika kazandıracak. Bir bakacaksınız ki, Maxim kulenin hakkından gelmiş. Evet her şey mükemmel olacak.” Kulenin uçurulması fikri Forester’ı büyülemişti. “Bizler de, tüm yeraltı insanları içinde, bir kuleyi devirebilen ilk herifler olacağız. Kuleyi tamir etmeleri ne kadar sürer bir düşünsenize. En az bir ay boyunca lanet olası kulelerin saldırıları olmadan insan gibi yaşayabileceğiz.

“Beni yanlış anladın, Tekmeci” dedi General. “Gerçekte planda hiçbir değişiklik olmadı. Sadece Ordi’nin de ek yardımıyla, sürpriz bir saldırı düzenleyeceğiz. Geri çekilme işlemiyse her zamanki uygulamalarımızdan biraz farklı olacak.”

Ordi, Memo’yu ikna etmeye çalışıyordu.

“Mac’in hepimizi oradan çıkarıp çıkaramayacağından şüpheleniyorsan, şunu unutma; en azından içimizden bir, hatta iki kişiyi oradan çıkarmak zorunda kalacak. Bunu yapacak kadar da güçlü.” General, Ordi’yi onayladı.

“Evet, bu doğru.”

General, Ordi’ye âşıktı ve onun duygularının farkında olan tek kişi Maxim’di. Maxim, General’in Ordi’ye olan aşkının çok eski zamanlara dayandığının ve ümitsiz olduğunun farkına varmıştı. Gel, hayatta olduğu dönemden beri. General onu seviyordu; fakat o zamanlarda bu aşk daha da ümitsiz gözüküyordu. Ona “General” denmesine karşın gerçek bir general değildi. Savaştan önce bir fabrikada iş bantlarında işçi olarak çalışıyordu. Daha sonra genç subaylar yetiştiren bir okula girmiş, savaşta piyade birliğinde görev almış, savaş sonunda da “yüzbaşı” rütbesine yükselmişti. Yüzbaşı Chachu’yu çok iyi tanıyordu ve onunla görülecek eski bir hesabı vardı. Savaş sonrasında aralarında bazı sorunlar çıkmıştı. Chachu’yu uzun zamandır izliyordu; ama hâlâ onu alt edememişti. Yeraltı karargâhına bağlı olmasına rağmen, sürekli olarak operasyona aktif olarak katılıyordu. İyi bir asker ve iddialı bir komandoydu. Yeraltında çalışmayı seviyor; ancak gelecekte, yani zaferi kazandıklarında neler olacağını pek hayal edemiyordu. Aslında bir zafer kazanacaklarına da inanmıyordu. O doğuştan bir askerdi. Bu yüzden, değişen koşullara çabucak uyum sağlıyor, on ya da yirmi gün ileriye bakmıyordu. Fikirleri gelişigüzel oluşmuştu, biraz ordan, biraz burdan: Birazı tek kollu Vepr’den, birazı Ketsheften, birazı da karargâhtan alıntıydı. Bilincinde en önemli yer tutan düşünceleriyse genç subaylar okulunda kafasına kazınanlardı. Teorilerini açıklarken, fikirlerin garip bir karışımını ortaya koyardı; Maxim’in, düşüncelerini sosyalist ve komünist düşüncelere yakın bulduğu Vepr’den alıntı olan “zenginlerin iktidarının yıkılması” fikri, karargâhtaki doğal yaşam teorisi savunucularından alıntı olan, “şehirlerin ortadan kaldırılıp, doğal ortamda cemâat olarak yaşama fikri” ve Ketsheften alıntı olan “mühendislerin ve teknisyenlerin ülkenin liderleri olması” fikri. Tüm bunların ortak noktaları, üstün bir kesime mutlak itaatla sonuçlanmaları ve hiçbirinin soyut konular üzerine tartışmanın ürünü olmayışıydı.

Maxim, General’le iki kez fikir ayrılığına düşmüş ve onunla uzun uzun tartışmıştı. Neden kulelere saldırıp dostlarını kurban ediyor, hatta bu yüzden para, zaman ve silah israfı yapıyorlardı ki? Maxim, kulelerin on gün içinde onarılacağını iddia ediyordu. Dahası, Maxim’in iddialarına göre, her şey eskisi gibi devam edecek, sadece komşu köylerdekiler, değenlerin insanlıktan uzak canavarlar olduklarına inanacaklardı. General, neden kulelere bu tür saldırılar düzenlediklerini Maxim’e net olarak açıklayamamıştı. Ya bir şeyler gizliyor ya da saldırıların neden gerekli olduğunu bilmiyordu. Her seferinde aynı cümleleri tekrarlayıp duruyordu. Emirler tartışılamaz, bir kuleye yapılan her saldırı, düşmana yapılan saldırıdır, insanların öçlerini alma hakkını engellerseniz, nefret onları çürütür ve uğruna yaşayacak hiçbir şeyleri kalmaz.

Maxim, ısrar ederdi: “Merkezi bulmalı, bir an önce tüm gücümüzle oraya saldırmalıyız! Bu kadar basit bir şeyi anlamıyorlarsa, karargâhtakilerin ne tür beyinleri var?”

General, Maxim’in bu sözleri üzerine öfkeleniyordu: r “Karargâhtakiler ne yaptıklarını biliyorlar. Bizim duru-mumuzda disiplin önce gelir! Anarşistlere ihtiyacımız yok, teşekkürler Mac, fakat her şeyin bir zamanı var. “Merkez” dediğin yeri de göreceksin, tabii eğer yeterince uzun yaşa-yabilirsen. “Aralarında geçen tüm bu tartışmalara rağmen General Maxim’e saygı duyuyordu. Forester’in bodrumunda, radyasyon nöbetine yakalandığında, Maxim’in yardımını seve seve kabul etmişti.

Mémo suratını asarak: “Hâlâ plana karşıyım.” dedi. “Ya ateş ederek bizi köşeye sıkıştırırlarsa? Ya görevi yerine getirmek için beş değil de altı dakikaya ihtiyacımız olursa? Çok çılgın bir plan.” General açıklamaya koyuldu: “Çizgisel patlayıcıları ilk defa kullanıyoruz. Eski yönte-mimizi kullanıp dikenli telleri yararak içeri girersek, operasyonun kaderi üç ya da dört dakikada belli olur. Ama eğer onlara bir sürpriz yaparsak, fazladan bir ya da iki dakika kazanırız.”