Eğer Lejyonerler yanlarına yaklaşmaya yeltenirse, hepsini temizleyene dek, onlarla dövüşürdü.
“Sorun şu: Ben dağlardan gelmedim. Sonuç olarak böyle bir ihtimal de ortadan kalkıyor” diye düşündü Maxim. “Burada olduğuma göre de hiçbir şey yapmadan oturmayı hazmedecek değilim. Ya Rada? Eger gerçekten bana önem veriyorsa, bunu anlayacaktır. Anlamalı. Lanet olsun. Bu konu hakkında düşünmek istemiyorum. Onu bu işe karıştıramam.” Binada bir şeyler oluyordu, fakat kendini düşüncelerine öylesine kaptırmıştı ki bunun farkına varamadı. Biri koridorda yürüyor, bir başkası da fısıldayarak konuşuyordu. Ansızın koridorda gürültü koptu. Ümitsizce atılan bir çığlık duydu.
“Mac!” Bu Rada’ydı. Çığlık aniden kesildi. Sanki biri eliyle onun ağzını kapamıştı. Öne atılarak, pencereye doğru koştu, ama bunun için çok geçti. Kapı savrularak açıldı ve bembeyaz yüzüyle Rada önünde belirdi. Burnuna tanıdık bir koku geldi. Bu barakaların kokuşuydu. Çivili botlarıyla tepinerek yürüyenlerin ayak seslerini de duyabiliyordu. Biri Rada’yı içeri doğru itti. Rada’nın arkasında siyah üniforma giymiş adamlardan oluşan bir kalabalık duruyordu. Pandi silahını Maxim’e doğrultmuştu. Yüzbaşı Chachu her zamanki kurnaz ve zeki tavırlarıyla Rada’nın yanındaydı. Bir eliyle Rada’yı omzundan kavramış, diğeriyle de sırtına tabancasını dayamıştı.
“Kıpırdama!” diye bağırdı. “Tek hareketinde onu vururum!” Maxim donakalmıştı. Bir şeyler yapmak için artık çok geçti.
“Ellerini uzat” diye emretti Chachu. “Onbaşı, kelepçeler! İki takım getirin! Acele edin, massaraksh!” Talim sırasında yerlerde yuvarlanırken görmeye alıştığı Pandi, kemerindeki ağır zincirinin kancasını çözerek ona doğru dikkatle yaklaştı. Tüm o saldırganlığı gitmiş, sadece kendini güvenceye almaya çalışan biri gibi hareket ediyordu.
“Hiçbir şey denemeye kalkışma” diye uyardı Mac’i. “Tek yanlış hareketinde, Yüzbaşı Chachu kız arkadaşının hakkından gelir.” Bileklerine kelepçeyi taktıktan sonra eğilerek ayaklarını da bağladı. Maxim kaçmaya hazırlanıyordu ama yüzbaşıyı hafife almıştı. Yüzbaşı Rada’yı serbest bırakmadı. Böylece hep beraber merdivenlerden inerek kamyona bindiler. Yüzbaşıysa bir an bile Rada’nın arkasından ayrılmadı. Guy zincirlerle bağlanmıştı ve lejyonerler onu kamyona iterek bindirdiler.
Şafak çoktan sökmüştü ve hâlâ yağmur çiseliyordu.
Lejyonerler kamyonun arka tarafındaki sıralara oturdu. Kapıcı ise apartmanın girişindeki kapının pervazında ellerini karın hizasında bitiştirmiş uyukluyordu.
XII
Savcı iskemlesinde oturuyordu. Geriye doğru yaslandı, ağzına tıkıştırdığı kuru meyvaları çiğnedi. Bir cam bardağa maden suyu doldurarak bardağı kafasına dikti. Kaşlarını çatarak parmaklarını yorulmuş görünen gözlerine bastırdı ve etrafını dikkatle dinlemeye koyuldu. Yüz yard kadar yakınında her şey yolunda gibi gözüküyordu. Gece yağmuru tek düze bir şekilde cama vuruyor. Sirenler, fren sesleri, asansörlerin tınlaması gece için susmuşlardı. Adalet Departmanı’nda resepsiyonda sessizce oturup endişeyle emirlerini bekleyen yardımcısından başka kimse yoktu. Savcı yavaşça gerindi.
Gözlerinin önünde uçuşan renkli noktalardan, özel olarak yaptırdığı ziyaretçi koltuğuna bakıyordu. “Ayrılırken, şu koltuğu da yanımda götürmeliyim. Burayı kendim için güzel bir yuva haline getirdim. Neden ayrılayım ki? İnsan doğası ne kadar da ilginç. Bir merdivenle karşılaştığında, kendini en yükseğe tırmanmak zorunda hissediyorsun. Oda çok soğuk ve hava cereyanı var. Bu da sağlığım için kötü. Düşüşüm ölümcül olabilir. Basamaklarsa çok kaygan. Çok komik.
Tehlikelerin farkında olmana rağmen, yorgunluktan ölene kadar çabalıyor, en tepeye çıkmaya çalışıyorsun. İçindeki bulunduğun duruma aldırmadan tırmanmayı sürdürüyorsun.
Tüm öğütlere karşın hâlâ tırmanıyorsun. Düşmanların sana direnç gösterse de vazgeçmiyorsun. Daha öncelikli içgüdülerine, sağduyuna, önsezilerine karşı gelip tırmanıyor, tırmanıyorsun. Eğer tırmanmayı sürdürmezsen, dibe çöküverirsin. Evet kesinlikle bu doğru. Ama tırmanmaya devam edersen de bir gün yine düşeceksin.”
Düşünceleri telefonun çalmasıyla kesildi. Rahatsız olmuş bir şekilde ahizeyi kaldırdı.
“Ne var? Meşgulum.”
“Efendim.” dedi asistanı. “Strannik isimli bir şahıs kişisel hattınızda. Sizinle konuşmak için ısrar ediyor.”
“Strannik?” Savcı neşelenmişti. “Bağla onu.”
Klik sesinden sonra her kelimeyi dikkatle telaffuz eden Pandeya aksanlı adam konuşmaya başladı.
“Smart? Merhaba, nasılsın? Çok meşgul müsün?”
“Senin için zaman ayırabilirim.”
“Seninle konuşmalıyım.”
“Ne zaman?”
“Mümkünse, şimdi.”
“Emrindeyim.” dedi savcı. “Hemen gel.”
“On-on beş dakika içinde ordayım. Bekle beni.”
Savcı telefonu kapatıp alt dudağını ısırarak bir süre hareketsiz durdu. “Evet, dostum. Yine kederlendin. Massaraksh.
Bu adama kimsenin hayal edemeyeceği kadar para kazandırdım; ama onun hakkında bildiklerim, diğerlerinin bildiklerinden fazla değil. Tehlikeli biri. Yapacaklarını önceden kestirmek mümkün değil. Gecemi mahvetti.” Savcı masasında duran kâğıtlara kızgın bir şekilde baktı ve onları bir yığın haline getirerek çekmecesine tıkıştırdı. “En son ne zaman buralardaydı? Evet, iki ay önce gelmişti. Her zamanki gibi birden ortadan kaybolur ve nerede olduğunu sadece Tanrı bilir. İki ay boyunca ondan hiçbir haber alamazsınız. Derken ansızın kutudan fırlayan bir kukla gibi ortaya çıkıverir. Hayır, hayır. Bu adamla ilgilenmeliyim. Böyle devam edemez.
Benden ne istediğini çok merak ediyorum. Acaba geçtiğimiz iki ay boyunca neler yaptı? Crafty’nin kovulduğunu biliyor mu acaba? Böyle bir haberle ilgileneceğini sanmıyorum. Doğru, o Crafty’den nefret ederdi. Aslında o herkesten nefret eder.
Buralarda onu ilgilendiren bir şey olmadı, bu yüzden beni ziyaret etmek istediğini düşünmek saçma olur. Doğrudan şansölyeye ya da barona gidecektir. Belki de ilginç bir şeyler bulmuş ve pazarlık yapmak istiyordur? Tanrı korusun! Onun yerinde olsaydım, kimseyle pazarlık yapmazdım. Belki de dava için geliyordur. Hayır, davanın onunla ve bu işle ilgisi yok. Neden kafamı yorup, planlar yapıyorum ki? Duruma göre hareket ederim.”
Gizli çekmecesini açarak, tüm ses kayıt cihazları ve gizli kameraları çalıştıran düğmelere bastı. “Bu sahneleri gelecek nesiller için saklayacağım. Pekâlâ, Strannik. Hangi cehennemdesin?” Ziyaretçisini beklemekten sinirleri gerilmeye başlamıştı. Sakinleşmek için ağzına biraz daha kurumuş meyve atıp çiğnedi. Sonra da gözlerini kapayıp içinden saymaya başladı. Yedi yüze ulaştığında kapı açıldı.
İşte gelmişti. Küstah, alaycı herif sırık gibi karşısında dikiliyordu. Yardımcısını kenara iterek odaya daldı. Strannik, Yaratıcılar’ın temiz çocuğu… Kimi onu hor görür, kimi ona tapardı ve bu herif zirvede kalmayı başarmıştı. Savcı misafirini karşılamak için yerinden doğruldu. Strannik, iri yarı, yuvarlak omuzlu, kocaman yeşil gözlü, yumurtaya benzer kel kafalı bir adamdı. Her zaman giydiği o garip ceketi giymişti. O bir büyücüydü. İnsanların kaderlerini tayin eder ve milyarlarla beslenirdi. Strannik sizi tam hedefe ulaştırırdı. Laf kalabalığı edip naz yapmazdı.
“Selam, Strannik. Bana başarılarından söz etmeye mi geldin?”