Bu kadar bana yetti.”
Yere oturup kafasındakileri netleştirmeye çalıştı.
“Vepr bana güvenmiyor. Zefe bile güvenmesine karşın, bana hiç güvenmiyor. Haksızlık ettiğimi bilmeme karşın Zefe hiç mi hiç güvenmiyorum. Vepr hakkındaki endişelerim ve şüphelerim en az Zef hakkındakiler kadar çok. Pekâlâ, tamam, Vepr bana güvenmiyor. Bu demek oluyor ki, yine yalnızım. Belki de kaçıp General ve Memo’yu bulabilirim.
Ama böyle bir şey yapabileceğimi sanmıyorum. Varsayalım ki hiç tanımadığım insanlardan bir takım oluşturdum.
Massaraksh, bari kendine karşı biraz dürüst ol. Bu konuda yeteneğin yok. Herkese çok güveniyorsun. Şimdi! Düşün! Ne istiyorum acaba?”
Sorununun üzerine defalarca düşünmüştü.
“Keşke sadece Guy burada olsaydı. Ama onu garip isimli özel bir bölüme göndermişlerdi. ‘Blitzröger’ gibi bir şeydi galiba ve “Şimşek Taşıyıcıları” anlamına geliyordu. Sonuç olarak yalnız hareket etmem gerekecek.”
“Nereden bakarsam bakayım, buradan kaçmalıyım. Elbette insan toplamaya çalışacağım ama beceremezsem, tek başıma kaçmam gerekecek. Mutlaka bir tankım olmalı. Burada yüz ordu kuracak kadar silah var. Kötü durumdalar ama elimden gelenin en iyisini yapacağım. Peki gerçekten Vepr bana güvenmez mi?” diye düşündü neredeyse ümitsizlik içinde. Kabı kaparak ateşe doğru koştu.
Zef ve Vepr artık uyanıktı, kafa kafaya vermişler alçak sesle ama hareketle bir şeyi tartışıyorlardı. Mac’in yaklaştığını fark eden Zef, Vepr’i susturdu ve yerinden doğruldu.
Sakalını kaşıyarak gözlerini faltaşı gibi açtı ve bağırdı.
“Nereye kayboldun, massaraksh? Sana yanımızdan ayrılman için kim izin verdi? Karnını doyurmak için çalışmak zorundasın.”
Mac çok sinirlenmişti. Hayatında ilk defa başka birine avazı çıktığı kadar bağırmak üzereydi.
“Lanet olsun sana Zef! Midenden başka bir şey düşünemez misin? Tek bildiğin, yemek, yemek, yemek! Eğer bu kendini iyi hissettirecekse, benim payımı yiyebilirsin!” Maxim, elindeki kabı fırlatıp yerde duran sırt çantasını kaptı. Zef, Mac’in bu tepkisine şaşırmış, aval aval ona ba-kıyordu. Sonra da gök gürültüsüne andıran bir sesle kahkaha atmaya başladı. Vepr de ona katıldı. Kahkahaları ormanda yankılanıyordu. Maxim kendini tutamayıp yılgınlıkla gülmeye başladı.
“Massaraksh. Evlat, sesinle her yeri titrettin! “Zef, Vepr’e dönerek. “Sana dediklerimi unutma” dedi. “Tamam, bu kadar yeter. Pergelleri açın bakalım!” Bağırıyordu. “Gidelim, eğer bu gece biraz… biraz yemek yemek istiyorsanız.”
Bir süre bağrışıp güldükten sonra susup ormana doğru yola koyuldular. Maxim, doğaüstü enerjisiyle mayınlan temizledi, kamufle edilmiş makinalı tüfeklerin işini gördü ve uçaksavar roketlerinin savaş başlıklarını söktü. Silah sesleri devam etti ve yine gözyaşartıcı gaz bulutlarına kapıldılar.
Dahası etraf hafif makinalı tüfeklerle vurulmuş hayvanların kokuşmuş cesetleriyle doluydu. Pisliğe bulanmışlardı ve perişan haldeydiler. Bu durum onları daha da sinir-lendiriyordu. Zef Maxim’e acele etmesini söylüyordu. “Çabuk ol, çabuk ol. Yemek yemek istemiyor musun?” Zavallı Vepr ise o kadar bitkin düşmüştü ki, mayın dedektörüne dayanarak güçlükle ilerliyordu.
Tüm bu yorucu saatler yüzünden, Maxim, Zef’ten daha da tiksinmeye başlamıştı. O kadar ki Zef, büyük bir gürültüyle takılıp yere düştüğünde, ağzı kulaklarına varmıştı. Kirli eliyle alnını silip, rahatça tepeye tırmanıp karanlık, dar ve çimenle kaplı yarığın kenarında durdu. Hava soğuk ve nemli, etraf zifiri karanlıktı. Bu yüzden göz gözü görmüyordu. Bir çatırtıyla beraber çimenler arasına saklanmış tuzağın bulunduğu noktadan birinin güçlükle duyulabilecek sesle küfrettiğini duydu.
Vepr, topallayarak Maxim’in yanına ulaştı. Aşağı bakıp ona “Zef aşağıda mı? Ona ne oldu?” diye sordu.
Maxim eğilerek “Zef!” diye bağırdı. “Zef, neredesin?”
Zef in sesi hendekten geliyordu. “Aşağı gel! Atla, burası yumuşak.”
Maxim Vepr’e baktı. Vepr onu onaylar gibi başını salladı.
“Bu bana göre değil” dedi. “Sen atla, sana bir ip uzatırım.”
“Kim var orada?” Zef in aşağıdan bağırdığını duydular.
“Ateş ederim, massaraksh?” Maxim bacaklarını yarıktan aşağı sarkıttı ve kendini iterek aşağı atladı. Aynı anda kendini bileklerine kadar ılık pisliğin içinde buldu. Yere çömeldi. Zef yakınlarda bir yerlerde olmalıydı. Maxim karanlığa alışmak için gözleri kapalı bir süre öylece oturdu.
“Mac, buraya gel. Etrafta biri var.” diye bağırdı Zef. “Vepr!
Atla!” Vepr yorgunluktan ölmek üzere olduğunu ve bir süre dinlenmenin onu çok mutlu edeceğini söyledi.
“Rahatına bak” dedi Zef. “Ama sanırım “Kale”de oturuyorsun. Sonra pişman olabilirsin. Benden söylemesi.” Vepr boğuk boğuk ona cevap verdi. Yine hastalanmıştı ve kaleler hakkında endişelenecek değildi.
Maxim gözlerini açarak etrafa bakındı; kaba, beton duvarlarla çevrili bir koridorun ortasındaki toprak tepeciğinin üzerinde oturuyordu. Tavandaki boşluk ya havalandırma deliğiydi ya da bir füze buna neden olmuştu. Kendisinden yirmi adım kadar ötede duran Zef, etrafını tetkik ediyordu.
“Bu nedir? diye sordu Maxim.
“Nereden bileyim? Bir çeşit sığınak olabilir. Belki de gerçek bir kaledir. Kaleler hakkında bilgin var mı?”
“Hayır” dedi Maxim oturdu yerde hafifçe kayarak.
“Bilmiyorsun demek…” dedi Zef boş boş. Işıkla duvarları tarayarak etrafına bakınmaya devam etti. “Peki ne bok bilirsin ki sen! Massaraksh! Bir şey ya da biri biraz önce burdaydı.”
Maxim “İnsan mı?” diye sordu.
“Bilmiyorum. Duvar boyunca süründü ve gözden kayboldu.
Kaleye gelince… Mac, burada özel olan bir şeyler var. Kaleyi kullanarak tüm işimizi bir günde bitirebiliriz. Aha, ayak izleri.” Yere çömeldi Maxim de onun yanına çömelerek duvardaki izleri inceledi.
“Garip izler.”
“Buna benzer izler daha önce hiç görmemiştim.
Maxim, ellerini yumruk yapıp, izlerin yanına koydu. “Sanki biri yumrukları üzerinde yürümüş.” Zef, Maxim’in açıklamasından tatmin olmuştu. “Öyle görünüyor.” Elindeki sopayla koridorun ucunda bir yerleri gösterdi. Koridorun bittiği ya da döndüğü noktada zayıf pa-rıltılar belirdi. “Şuraya bir bakalım?” dedi.
Maxim dikkatliydi.
“Şişt! Sesini çıkarmadan olduğun yerde dur.”
Bulundukları yer sessiz olmasına karşın, Maxim koridorda yaşam belirtisi sezmişti. Bir şey ya da biri ileride biraz yukarılarında duruyordu. Kısa boylu ve zayıfça garip koku yayan bir şey duvara sarılmıştı. Maxim onun nerede ya da ne olduğunu tam olarak betimleyemiyordu. Orada durmuş Maxim ve Zefi izliyor, belli ki varlıklarından rahatsız olmuştu. Sanki onlara meydan okuyordu. Niyetinin ne olduğu ise belirsizdi.
“Araştırmak zorunda mısın?” diye sordu Maxim.
“Bir bakmak istiyorum.”
“Neden?”
“İçeri göz atmalıyız. Belki burası gerçekten de ‘Kale’dir.
Eğer öyleyse, bugünden itibaren işler değişir. Ne olduğuna emin değilim, ama bu kadar çok söylenti var ki… Kimbilir belki de doğruluk payı vardır.”
“Orada biri var. Kim olduğunu anlayamıyorum.”