Выбрать главу

Sağlıklı, genç bir adamdı. Oldukça bronz tenli, boğa kadar kuvvetli görünen bu adam neredeyse çırılçıplaktı. Sadece dizine kadar uzanan garip görünüşlü parlak kumaştan yapılmış bir pantolon giyiyordu. Zef’in yanında silahı da vardı, ama adamı tutuklamış gibi görünmüyordu. Yan yana yürüyorlardı. Tuhaf görünüşlü adam saçma sapan bir şekilde kollarını oynatıp duruyordu. Zef’e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Hızlı yürüdüklerinden burnundan soluyor ve bitkin görünüyordu. “Bir çift vahşi” diye düşündü. “Ama nereden buraya geldi bu adam? Ormandaki yoldan mı? Belki de hayvanlar onu büyütmüştü? böyle bir şey daha önce olmuştu.

Lanet olasının kaslarına bak!” Nöbetçiye yaklaşan İkiliyi izledi. Zef yüzünü sildi. Tam nöbetçiye bir şeyler söyleyecekti ki, onu tanımayan acemi er Zef’in kaburga kemiklerine silahıyla hafifçe vurup ona kurallarla belirlenmiş uzaklığa çekilmesini emretti.

Çıplak adam uçuşmayı sürdüren kollarıyla konuşmaya katıldı. Yüzündeki garip ifade civa gibi yakalanmaz, gözleriyse etkileyici ve karanlıktı. “Hah! Nöbetçi soğuk kanlılığını kaybetti, şimdi bir yaygara koparacak” Guy geriye doğru döndü.

“Yüzbaşım, konuşmak için izin istiyorum? 114. birliğin çavuşu buraya birini getirmiş. Bakmak ister misiniz?” Yüzbaşı pencereye doğru yürüdü. Kaşları yukarı fırladı.

Camı açarak, başını dışarı sarkıttı. “Nöbetçi, bırak geçsinler!”

Guy pencereye yaklaşıyordu ki koridorda ayak sesleri duydu. Zef’in vahşi arkadaşı odaya girdi. Hemen peşlerindeki nöbetçilerin şefi subayı onları içerde topladı. Bu sırada görevli iki nöbetçi daha içeri daldı. Dikkatle ayakta dikilen Zef öksürdü ve küstah mavi gözlerini yüzbaşıya doğru dikti.

“114. Lağım Birliğinden başçavuş Zef rapor veriyor efendim! Bu adam yolda tutuklandı.

Yüzbaşının çılgına döndüğü dışarıdan görülen tüm belirtilerden anlaşılıyordu. Zef, raporunu sunmaya başladı: “Efendim bu adam zehirli mantarları yiyor, konuştuğumdan bir kelime bile anlamıyor, anlaşılamaz biçimde konuşuyor ve gördüğünüz gibi neredeyse çırılçıplak ortalarda geziniyor.”

Zef raporunu sunarken, mahkum da etrafını tarıyor ve herkese garip gülümsemesini sunuyordu. Dişleri şeker kadar beyazdı. Yüzbaşı ellerini arkasında kavuşturdu, mahkuma yaklaştı ve tepeden tırnağa onu süzdü.

“Kimsin sen?” diye sordu.

Mahkum daha da garip bir şekilde güldü, avuç içiyle göğsüne vurdu ve “Mac Sim” gibi bir şeyler söyledi. Nöbetçilerin başı bir kahkaha patlattı, diğer nöbetçiler de kıs kıs güldü. Yüzbaşıysa gülümsemekle yetindi. Guy başta cevabında komik olan bir şeyler sezemedi. Fakat daha sonra “Mac Sim”in hırsız argosunda “Bıçağı yedim” anlamına geldiğini hatırladı.

“Büyük ihtimalle seninkilerden biri” dedi yüzbaşı, Zef’e.

Zef, sakalından etrafa bir toz bulutu savurarak başını salladı. “Kesinlikle hayır, kendini Mac Sim diye çağırıyor, fakat hırsızların dilini bilmiyor. Yani bizden biri değil.”

“Belki de bir degen” dedi nöbetçilerin başı. Diğerleri ona buz gibi bir bakış fırlattılar. Nöbetçilerin komutanı kapıya doğru geri çekilirken “Çıplak” dedi alaycı bir tavırla. “Gidebilir miyim, yüzbaşım?”

“Evet. Personel doktoru Dr. Zogu’yu çağır.” dedi. Yüzbaşı ve Zef’e “O’nu nerede yakaladın?” diye sordu.

Zef birliğinin geceleyin 23.07 sularında çeyrek daireyi temizlerken, 4 adet kendinden hareketli balistik füzeyi ve bir de bilinmeyen aleti yok ettiğini anlattı. Patlamada iki adamını kaybetmişti; fakat her şey yolundaydı. Sabah 7 sularında bu yabancı, ormandaki yoldan kamp eşinin olduğu yere gelmişti.

Uzaktan onu farketmişler, çalıların arasına saklanarak onu izlemişler ve en uygun anda onu yakalamışlardı. Zef önce onun bir kaçak daha sonra da bir degen olduğunu düşünmüş ve az daha vurmak üzereyken fikrini değiştirmişti “çünkü bu adam…” Zef huzursuzca sakalıyla oynadı ve sonunda konuşmasını bitirdi. “Çünkü onun bir degen olmadığının farkına vardım.”

“Bu sonuca nasıl ulaştın?” diye sordu yüzbaşı. Mahkûm ellerini göğsünde kavuşturmuş öylece duruyor, bir Zef’e bir yüzbaşıya bakıyordu. Zef açıklamanın biraz zor olacağını söyledi. “Onu izledim, bu adam hiçbir şeyden korkmuyor.

Hiçbir şey olmamış gibi ateşten et suyunu aldı sanki ona sunulmuşçasına üçte birini içti ama içmeden önce ormana doğru dönüp bağırdı, belki de benim yakınlarda olduğumu hissetti. Diğer bir nokta, bana mantar ikram etmek istedi.

Mantarlar zehirli, bunları ne ben yerdim ne de onun yemesine izin verebilirdim. Yine de bana ikram etmeye çalıştı. Sanırım cömertliğini göstermek istedi. Son olarak herkesin de bildiği gibi hiçbir degene bu adamdaki fiziksel özellikler bahşedilmemiştir, hepsi çelimsizdirler. Buraya gelirken inanılmaz süratliydi. Devrilmiş ağaçların üzerinden atladı, hendeklerin üzerinden sıçrayarak yürüdü ve beni diğer yakada bekledi. Şu ya da bu nedenden, belki de gösteri yapmak için, gerçekten beni omuzladı ve 200 adım yürüdü.

Yüzbaşı, Zef’i dikkatle dinledi. Fakat o mahkûma döndüğünde Zef hikâyeyi henüz bitiriyordu. Tolot, Maxim’e sertçe baktı ve Khonti dilinde gürledi. “Adın? Rütben? Görevin?”

Guy, yüzbaşının zekice yaklaşımına hayran kaldı, fakat tutuklunun Khonti dilini anlamadığı ortadaydı. Tekrar güzel dişlerini gösterdi, göğsünü yumrukladı ve “Mac Sim” dedi.

Parmağıyla kendisini tutsak edeni işaret ederek “Zef ‘ dedi.

Daha sonra yavaş yavaş ve uzun aralarla konuşarak, ellerini sallayarak bir tavanı bir yeri göstermeye başladı. Guy, konuşmasında bazı bildik kelimeleri yakaladı, fakat kelimelerin hiçbir bağlantısı yoktu. Tutuklu konuşmayı kesince Onbaşı Varibobu konuşmaya başladı.

“Bence bu adam zeki bir casus ve bu olanları tugay komutanına bildirmeliyiz.” Yüzbaşı onu dikkate almadı.

“Şimdi gidebilirsin Zef’ dedi. “Çok iyi bir iş yaptın ve bu da dikkate alınacaktır.”

“Size çok minnettarım yüzbaşı” dedi Zef. Ayrılmak üzereyken tutuklu zayıfça bir çığlık attı, bankoya doğru uzandı ve yazı masasının üzerinde duran boş form yığınını kaptı.

Düşündüğü şeylerden korkan Varibobu bir anda irkildi ve kalemini yabaniye fırlattı. Tutuklu üzerine doğru gelen kalemi havada kaptı ve bankonun arkasına tüneyerek kâğıda kabataslak bir şeyler çizmeye başladı. Guy ve Zef onu omzundan kavradı, ancak yabani onları önemsemedi bile.

“Rahat bırakın onu!” diye haykırdı yüzbaşı. Guy görev bilinciyle emre itaat etti. Bu kahverengi canavarı zaptetmeye çalışmak, bir tankı paletlerinden tutarak durdurmaya ça-balamak gibi bir şeydi.

Yüzbaşı ve Zef tutuklunun yanıbaşına gelip karalamasını incelemeye başladı.

“Sanırım bu bir yer küre haritası” dedi. Zef tereddüt ederek. Yüzbaşı biraz duraksadıktan sonra “Hımm! Şeyy, tabii ki! işte bak tam ortada kürenin ışığı, etrafını çevreleyen ise yerküre. Sanırım burada olduğumuzu zannediyor.