Выбрать главу

Bol mahkum giysisi giymiş korkunç görünümlü bir adam çalılıkların arasında belirdi ve onlara doğru yürüdü. Maxim adamı tanıdı, o bu gezegende ilk karşılaştığı yerliydi, Zef’in eski melankolik dostu.

“Bekle” dedi Vepr. “Onunla ben konuşacağım.”

Zef, Mac’e oturmasını emretti, kendisi de oturup botlarını değiştirdi ve bir mahkûm şarkısı mırıldanmaya başladı: “Ben sınır ötesinde ün salmış cesur bir delikanlıyım.” Vepr adamın yanına gidip onunla çalılıklara doğru çekildi ve orada fısıldayarak konuşmaya başladılar. Maxim, konuştukları her kelimeyi açık seçik duymasına karşın, kendisine yabancı gelen garip bir argo dilde konuştuklarından hiçbir şey anlamamıştı. Birçok kez “postane” kelimesini tekrarladıklarını duymuştu. Çok geçmeden onları dinlemeyi kesti. O kadar bitkindi ki, kendini berbat hissediyordu. Bugün birçok anlamsız iş yapmış ve gereksiz heyecanlara kapılmıştı.

Soluduğu kirli hava vücuduna giren radyasyon miktarı gereğinden fazlaydı. Bir kısır günü daha geride bırakmıştı, barakalara dönme fikri aklına geldikçe midesi bulanıyordu.

Adam gözden kayboldu ve Vepr geri dönerek Maxim’in önündeki kütüğe oturdu.

“Peki, hadi konuşalım.”

“Her şey yolunda mı?” diye sordu Zef.

“Evet” dedi Vepr.

“Sana altıncı hissimle insanları tanıdığımı söylemiştim.”

“Pekâlâ, Mac” dedi Vepr. “Seni değişik koşullarda mümkün olduğunca tepeden tırnağa inceledik. General, sana kefil oldu.

Şu andan itibaren emirleri benden alacaksın.”

“Bunu duyduğuma sevindim.” Mac pis pis sırıttı. “General sana kefil olduğunu bana söylemedi” demek istedi, ama sadece “Emrindeyim” dedi.

“General radyoaktiviteden ya da radyasyon yayıcılardan etkilenmediğini söyledi. Bu doğru mu?”

“Evet.”

“Yani her an Mavi Yılan Nehri’ni yüzerek geçebilir ve hiç zarar görmezsin.”

“Size daha önce de istediğim zaman kaçabileceğimi söylemiştim.”

“Kaçmanı istemiyoruz. Bir şey daha, devriye araçlarından da etkilenmiyorsun, değil mi?”

“Hareketli radyasyon yayıcıları mı kast ediyorsun? Hayır, benim için bir şey fark etmiyor.”

“Çok güzel. Böylece şu an için görevin belirlendi. Bizim habercimiz olacaksın. Sana bir emir verdiğimde, nehri yüzerek geçecek ve en yakın postaneden telgraflar göndereceksin. Bu açık mı?”

“Evet, çok açık, bir şey hariç.”

Vepr Mac’e gözünü kırpmadan baktı. Bu yaklaşması güç, dinç ve yaralı yaşlı adam aynı zamanda soğukkanlı ve merhametsiz bir askerdi. Doğumundan bu yana mücadele içindeydi. İnsan hayatının hiç değeri olmayan bu dünyanın korkunç ve entrika dolu bir ürünüydü. Kavga etmekten başka bir şey tanımamış, kavgadan başka hiçbir şeyi tecrübe etmemiş, her şeyi bir kenara iterek kavga etmişti. Onun bekleyen, kısılmış gözlerinde Maxim kendi kaderini görüyordu.

“Evet?” dedi merakla Vepr.

“Şimdi önce şunu bir kesinleştirelim.” Kesin bir sesle söze başladı Maxim. “Körü körüne hareket etmek istemiyorum.

Aptalca ve gereksiz olduğunu düşündüğüm operasyonlarda yer almak istemiyorum.”

“Mesela ne gibi?”

“Disiplin nedir bilirim. Dahası onsuz işlerin yürümeyeceğini de, ama bence disiplin akılcı olmalı, yani ast, üstün verdiği emrin mantıklı olduğuna inanmalı. Bana haberci olmamı emrediyorsun, ben de buna hazırım. Gereken görevleri yaparım ve ancak gerekli olursa haberci olurum. Yani gönderdiğim telgrafların anlamsız ölümlere yol açmayacağından emin olmalıyım.”

Zef Mac’in sözünü kesme girişiminde bulunacaktı ki, Vepr ve Maxim ona beklemesini ifade eden yüzlerle baktılar.

Maxim anlatmaya devam etti: “Bir kuleyi uçurmam emredilmişti. Bunun neden gerekli olduğu bana söylenmedi. Bu planın ne kadar aptalca ve kötü olduğunu görüyordum; ancak emri yerine getirdim. Üç arkadaşımı kaybettim, derken tüm operasyonun hükümet provokatörlerinin bir tuzağı olduğu ortaya çıktı. Şimdi size diyorum ki, bu tip işlere yeterince karıştım ve daha fazla kule uçurmayı reddediyorum! Benzer planları engellemek içinde tüm gücümü kullanmaya hazırım.”

“Sen lanet olası bir ahmaksın!” diye haykırdı Zef.”

“Züppe!”

“Neden benimle bu şekilde konuşuyorsun?”

“Bekle, Zef” dedi Vepr, gözlerini Maxim’e dikmişti. “Bir başka deyişle, Mac, kurmayların tüm planlarını bilmek istiyorsun?”

“Doğru. Körü körüne çalışmak istemiyorum.”

“Tamamıyla küstahsın” dedi Zef. “Sadece lanet olası küstah herif! Dinle Vepr, ondan hâlâ hoşlanıyorum ve biliyorum ki, iş için doğru adamı buldum.”

“Bizden çok fazla güven istiyorsun” dedi Vepr soğukça. “Bu tip bir güven önce kazanılmak.”

“Yani bunun için benden şu aptal kuleleri uçurmamı mı bekliyorsunuz? Doğru, sadece birkaç aydır yeraltının üyesi-yim, ama tek bir şey duydum; kuleler, kuleler, kuleler. Kuleleri devirmek istemiyorum. Bu çok saçma. Tiranlığa, açlığa ve yozlaşmaya karşı savaşmak istiyorum. Elbette kulelerin size işkence yaptığını görüyorum. Onlar size fiziksel işkence yapıyorlar. Fakat siz kulelerle nasıl savaşacağımızı bilmiyorsunuz. Yaklaşımınız ahmakça. Kulelerin sadece nöbetleşe iş gördüğü apaçık ortada. Bunlara tek tek saldıracağınıza, merkeze yüklenmelisiniz.”

Vepr ve Zef aynı anda konuşmaya başladı.

“Merkezi de nereden biliyorsun?” diye sordu Vepr.

Zef ise “Merkezin olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordu.

“Herhangi bir aptal bile bir merkezin olması gerektiğini anlayabilir” dedi Maxim hiddetle. “Ama onu nasıl bulacağız.

Asıl sorun bu. Makinalı tüfekleri ve anlamsızca insanları öldürmeyi unutun. Merkezi bulun!”

“Sen gelmeden önce de bunları biliyorduk.” Zef küplere binmişti. “Ayrıca… Massaraksh, kimse gereksiz yere ölmedi.

Seni sümüklü piç! Aptal bir mühendis bile düzenleyici sistemi yıkıp bir sürü kuleyi devirerek tüm bölgeyi özgürlüğüne kavuşturabileceğimizi görebilir. Ancak bunun için kuleleri nasıl devireceğimizi bilmeliyiz. Nasıl olacağını da öğrenmeye başladık. Anlıyor musun? Eğer boşu boşuna öldüğümüz hakkında bir kelime daha edersen, seni —”

“Şimdi, orada dur” dedi Maxim Zef’in sözünü keserek. “Bir bölgeyi özgürlüğüne kavuşturmaktan söz ediyorsun. Güzel.

Peki sonra?”

“Sonra tüm züppeler bize gelip bir hiç uğruna öldüğümüzü söylüyorlar” dedi Zef.

“Hadi, Zef, sonra ne olacak? Ben söyleyeyim. Lejyonerler buraya mobil radyasyon yayıcıları getirip işinizi bitirecek.

Yanlış mı?”

“Müthiş! Onlar buraya aletlerini getirmeden bölge halkı bizim tarafımıza geçecek, böylece lejyonerlerin ortalığı ka-rıştırmaya vakti olmayacak. Bir düzine değenle baş etmek başka, on ya da yüzbinlerce öfkeli yurttaşla baş etmek başka.”

“Zef, Zef!” dedi Vepr sanki onu uyarıyormuşçasına.

Zef sabırsızca onu susturdu.

“Yüzbinlerce şehirli, çiftçi ve belki de utanç verici bir şekilde enayi yerine konduklarını anlayan askerler.”

Vepr hayal kırıklığını belirtecek şekilde elini savurarak, sırtını döndü.

“Şimdi, bir dakika bekle.” dedi Maxim. “Ne diyorsun?