Yolun öbür tarafında, önünde, bir çeşit araç belirdi.
Araç ağır ağır güneye ilerliyordu. Bu, metal kirişlerle tıka basa dolu bir römork taşıyan küçük, paletli bir traktördü. Üzeri açık şoför mahallinde piposunu içen mahkûm üniformalı bir adam oturuyordu. Maxim’e ve tanka kayıtsızca baktı, sonra da başını çevirdi. “Ne tip bir yapı acaba” diye düşündü Maxim römorktaki metal yığınına bakarak. “Tanıdık geliyor.” Ansızın parçaların, kulelerin bir bölümünün parçaları olduğunun farkına vardı. “Kendi işlerimi bir kenara bırakıp, biraz bununla ilgileneceğim galiba. “Etrafına bakındı. Suratındaki ifade belli ki traktörün sürücüsünü korkutmuştu. Adam aniden fren yaptı, her an aşağı atlayıp kaçmaya hazırdı. Ama Maxim onu umursamadı ve yüzünü çevirdi.
On dakika kadar sonra, ikinci uç karakolu belirdi. Burası, mahkûm üniformaları giyen büyük köle kalabalığının bulunduğu bir ileri harekat karakoluydu. Aslında buradakilere pek de köle denemezdi, zira ülkedeki en özgür insanlardı.
Parıldayan çinko çatılı iki modern ev Maxim’in gözüne çarptı.
Alçak, gri nöbetçi kulübesinin silah bölmeleri insan yapımı bir tepenin üzerindeki yarıklar gibi duruyordu. Üzerinden kulenin ilk bölmeleri yükseliyordu. Tepenin etrafıysa vinçler, traktörler ve oraya buraya saçılmış çelik kirişlerle doluydu. Yolun her iki tarafında da yüz yardlık ağaçlık bir alan tahrip edilmişti.
Çizgili giysili adamlardan ağaçların tahrip edilmesiyle oluşan bu açık alanda yayılmış, oyalanıyorlardı. Kulübelerin arkasında uzanan uzun ve alçak binalar kışlaya aitti. Kışlanın önündeki çamaşır ipine, gri bir paçavra, kuruması için asılmıştı. Biraz ileride, yolun hemen kenarında, platformlu ahşap bir kule duruyordu. Gri üniformalı bir nöbetçi eri, platformun üzerinde yürüyor, önündeki üç ayaklı sehpaya da bir makinalı tüfek yerleştirilmişti. Birkaç asker daha platformun altında yürüyordu. Yüzlerinden böceklerle uğraşmaktan sıkıldıkları okunuyor, hepsi de sigara içiyordu.
“Görünüşe bakılırsa buradan da belaya bulaşmadan geçip gideceğim.” diye düşündü Maxim. “Burası neredeyse dünyanın sonu ve hiçbir şeyi umursamadıklarına eminim.” Hatalıydı. Askerler böcekleri kovmayı bırakıp tankı izlemeye koyuldular. Maxim’e hiç de yabancı gelmeyen kara kuru bir tanesi miğferini düzelterek yolun ortasına yürüdü ve elini kaldırdı. “Benim zamanımı harcıyorsun, ahbap” diye düşündü Maxim. “Buradan geçmeye kararlıyım ve hiçbir şey beni durduramayacak.” Kontrollere doğru eğilerek daha rahat bir pozisyon aldı ve ayağını gaz pedalına koydu. Asker yolun ortasında durmaya devam ediyordu ve eli hâlâ havadaydı.
“Şimdi gaza basacağım” dedi Maxim kendi kendine. “Şimdi gürültülü bir gaz verip onun korkmasını sağlayacağım.
Kıpırdamazsa… savaş, savaştır.” Ansızın askeri tanıdı. O Guy’dı. İnce, çökük yanaklı dostu, bol askerî iş giysisi giymişti.
“Oh, Tanrım” diye homurdandı Maxim.
Ayağını gaz pedalından çekip, motoru susturdu. Tank yavaşlayarak durdu. Guy elini indirerek tanka doğru yürüdü Maxim kahkahalarla gülmeye başladı. Ne de olsa her şey bir anda düzelmişti. Tekrar motoru çalıştırıp kendini yatıştırdı.
“Hey” diye bağırdı Guy. silahının kabzasıyla tankın zırhına vurarak. “Kimsin sen?”
Maxim cevap vermedi.
“İçeride kimse var mı?” Guy’ın sesinde bir şüphe belirtisi sezilebiliyordu.
Çivili botları zırh üzerinde tangırdadı, sol tarafta kapak açıldı ve Guy başını sürücü kompartımanına doğru sarkıttı.
Maxim’i görünce ağzı bir karış açık kaldı. Maxim Guy’ı iş giysisinden tutarak içeri çekti, onu ayaklarının altındaki ağaç dallarına doğru itti ve gaza bastı. Tank kükreyerek ileri atıldı.
“Motora zarar vereceğim” diye düşündü M xim. Guy, ani kalkışın etkisiyle dönerek yuvarlandı, miğferi kayarak yüzünü kapadı. Hiçbir şey göremiyordu ve sağa sola tekme savuruyor, üzerine oturduğu silahı çekmeye çalışıyordu. Bir anda sürücü kompartımanında silah seslerinin gürültüsü duyuldu. Makinalı tüfek ateşi tankın arka kısmını hedef almıştı. İçerisi güvenliydi, fakat bu durum pek de hoş değildi.
Maxim ormanı çevreleyen duvara yaklaştıklarını fark etti.
Daha yaklaştılar, yaklaştılar ve işte ilk çalılıklara çarpmışlardı. Kareli elbiseli birinin yoldan çekildiğini gördüler.
Duvara çarpmamışlardı ve ormanla çevrili yoldaydılar, silah takırtıları artık kesilmişti, önlerindeki yol yüzlerce mil boyunca temizdi.
En sonunda, Guy silahını çekmeyi başardı, aynı anda Maxim Guy’ın miğferini yüzünden çekerek terli, homurdanan yüzünü gördü. Guy’ın kin, terör ve öldürme arzuları bir anda şaşkınlığa, sonra da neşeye dönüşmüştü. Dudaklarından “massaraksh” kelimesi okunabiliyordu. Maxim kontrol kollarını bırakarak ona sarıldı. Guy’ı omzundan tutarak. “Guy, dostum, seni gördüğüme çok sevindim!” Motorun gürültüsünden birbirlerini duymaları imkânsız bir hâl almıştı. Maxim, gözetleme deliğinden dışarı baktı.
Önlerindeki yol dümdüzdü. Böylece manuel gaz kontrolünü çalıştırıp, Guy’ı da beraberinde götürerek sürücü kompartımanından dışarı çıktı.
Giysisi kirlenen Guy “Massaraksh!” diye haykırdı. “Yine sen!”
“Seni gördüğüme sevindim!” diye tekrarladı Maxim. “Neler oluyor?” diye bağırdı Guy. Biraz önceki neşesi çoktan kaybolmuştu ve etrafa endişeli gözlerle bakıyordu. “Nereye gidiyorsun? Neden?”
“Güneye” dedi Maxim. “Askeri hastaneden farksız ülkenizden bıktım!”
“Kaçıyor musun?”
“Evet!”
“Çılgınsın. Hayatını harcadılar.”
“Kim hayatımı harcadı? Bu benim hayatım, anlıyor musun?
Sadece bana ait!” Motorun gürültüsü yüzünden birbirleriyle konuşmaları oldukça zordu. Bu yüzden bağrışmak zorunda kalıyorlardı.
Konuşmaları ateşli bir hâl almıştı ve Maxim kapaktan içeri eğilerek tankı yavaşlattı. Tank daha yavaş hareket ediyordu, motorun kükremesi ve tıngırdaması azalmıştı. Maxim yukarı, Guy’ın yanına döndüğünde, Guy kaşlarını çatmış, suratı kararlı bir ifade almıştı.
“Seni geri götürmek benim görevim” dedi sanki ona bir emri tebliğ edercesine.
“Benim görevimse seni uzaklara bir yerlere sürüklemek” diye cevapladı Maxim.
“Anlamıyorum. Tamamen aklını yitirmişsin. Kaçman imkânsız. Geri dönmelisin. Massaraksh, seni geri götüremem. Çünkü eğer bunu yaparsam seni öldürürler. Güneye gidersen de şu yamyamlar seni yiyecek. Sen ve senin çılgın fikirlerine lanet olsun!”
“Sakin ol, Guy ve bağırma. Açıklama yapmam için bana bir şans ver.”