Выбрать главу

“Hiçbir şey duymak istemiyorum. Tankı durdur!”

“Bekle bir dakika” Maxim olan biteni ona anlatmakta ısrarcıydı. “İzin ver konuşayım!” Guy’ın yumuşamaya hiç niyeti yoktu. Kanunsuz olarak alıkonan tankın durdurulup geri döndürülmesini istiyordu.

Motorun kükremesi Guy sıraladığı lanet ve küfürleri boğuvermişti. “Durum, massaraksh, çok korkunç” diyordu Guy. “Ümitsiz, massaraksh!” Massaraksh, ona göre ölüm Maxim’i bekliyordu. Geri dönmekse yine ölüm demekti. Maxim kalın kafalı bir çılgındı; ancak bu kaçış onun sonu olacaktı.

Maxim Guy’ın azarlamalarına cevap vermemeye özen gösteriyordu. Son kulenin radyasyon sahasının bu bölgede bir yerlerde biteceğinin farkına varmıştı. Belki de radyasyon sahasından çıkmışlardı bile. Son uç karakolu en uzaktaki radyasyon sahasının bittiği yerde kurulmuş olmalıydı. Maxim “Bırakalım da şu şeytan ellerini zavallının yakasından çeksin.

Yaşanabilir bu adada kelimeler çok ucuz. İsteyen istediğine lanet yağdırıyor” diye düşündü kendi kendine. “Ama seni ne olursa olsun buralardan uzaklaştıracağım. Bu ülke sana göre bir yer değil. Biriyle başlamalıyız ve sen ilksin. Bir kukla olmanı istemiyorum, böyle olmaktan hoşlansan bile!”

Guy, Maxim’e hakaretler yağdırmayı kestiğinde, kapaktan içeri atlayarak tankı durdurmak için kontrol kollarıyla oynamaya başladı. Başarısız olmuştu, miğferini giyerek tekrar yukarı çıktı. Kararlı ve sessizdi. Aşağı atlayıp karakola geri dönmeye niyetli olduğu açıktı. Küplere binmişti.

Maxim onu pantolonundan çekerek, durumu açıklamaya koyuldu.

Bir saate yakın bir süre konuştu. Ara sıra konuşmasını kesip tanka manevra yaptırıyordu. Başta Guy, sözünü kesmek istedi, kulaklarını tıkadı ve hareket eden tanktan aşağı atlamayı denedi. Ancak Maxim direndi, aynı şeyleri tekrar tekrar belirterek konuşmasını sürdürdü. Guy’ı düşündüklerinden vazgeçirmek ve onu ikna etmek içini bazı noktaları özellikle açıkladı. Sonunda Guy’ın dikkatini çekmeyi başardı.

Üzgün ve düşünceli bir hâl almıştı, ellerini miğferinin altına götürerek kafasını kaşıdı, karşı saldırıya geçip Maxim’i sınamaya koyuldu. Tüm bunları nereden öğrendiğini merak ediyordu. Kim bu yalan yumağının doğruluğunu kanıtlayabilirdi ki? Maxim, tüm olguları kafasına kafasına vurmaya devam ediyordu. Tüm gücünü harcadığında ise anlattıklarının doğru olduğuna yemin etti. Guy Maxim’e cevap veremeyince, onu kalın kafalı, kukla ve robot olmakla suçladı.

Bu sırada tank, güneye doğru, mutantların bölgesine ilerliyordu.

“Pekâlâ. Şimdi görüşürüz.” Maxim öfkelenmişti. “Hesaplarıma göre biraz önce radyasyon sahasından çıktık. Şu anda saat ona on var. Lejyonda saat tam onda ne yaparsınız?”

“Saat onda, içtima var.”

“Kesinlikle! Sıra halinde dizilip avazınız çıktığı kadar davanız için kan akıtacağınızı haykırırsınız. Hatırladın mı?”

“Evet. Çünkü bu içimizden geliyor.”

“Hayır, boş kafalarınıza çivilenmiş. Her neyse, birazdan bunun nereden geldiğinizi anlayacağız. Saat kaç?

“Ona yedi var.” diye cevapladı Guy karamsarca.

“Pekâlâ?”

Guy saatine bakıp tutuk bir şekilde marşı söylemeye başladı. “İleri, lejyonerler, demirden adamlar.”

Maxim, dalga geçercesine Guy’a baktı. Guy bundan rahatsız oldu ve marşın sözlerini karıştırdı.

“Bana öyle bakmayı kes” dedi öfkeyle. “Beni rahatsız ediyorsun. Dahası lejyondan ayrı olunca söylemesi zor oluyor.”

“Bırak martavalı. Lejyonun dışında da bayağı iyi söylerdin.

Seni ve Kaan Amca’yı izlemek korkutucu olurdu. Sen “Demirden Adamlar” diye kükrerken Kaan Amca ağır ağır “Yaratıcılar’ın Şerefi”ni mırıldanırdı. Ya Rada… O da size katılırdı. Ee Guy, Yaratıcılar’ın Şerefi için şiddetli yakma ve öldürme arzuna bir anda ne oldu?”

“Yaratıcılar hakkında bu şekilde konuşmaya nasıl cüret edersin! Eğer dediklerin doğruysa, bu tek şey anlamına gelir.

Yaratıcılar aldatılıyor?”

“Onları kim aldatıyor?”

“Eee… bir sürü insan…”

“O zaman Yaratıcılar ‘Güçlü’ değiller.”

“Bu konuyu tartışmak istemiyorum” dedi Guy. Suratı daha da çökmüş, gözleri parıltısını kaybetmiş, alt dudağı düşmüştü.

Fark edilecek derecede değişen yüz ifadesi Maxim’e, ceza kolonisine giderken trende gördüğü iki mahkûmu anımsatıyordu. Onlar bağımlıydılar. Güçlü uyuşturuculara bağımlı şanssız insanlardı. Zehirlerinden yoksun bırakıl-dıklarından yemek yemeden ve uyuyamadan günlerce otururlardı. Tıpkı Guy’ınkiler gibi gözleri solgun, alt dudakları düşüktü.

“Sorun ne, Guy? Acı mı çekiyorsun?”

“Hayır” dedi Guy karamsar bir şekilde.

“Neden surat asıyorsun?”

“Oh, bilemiyorum.” Guy yakasını çekeledi. “Kendimi berbat hissediyorum. Belki de biraz uzanmalıyım.”

Kapağa doğru tırmandı ve ayaklarını yukarı dikerek ağaç dallan üzerine uzandı, “işte böyle” diye düşündü Maxim.

“Düşündüğüm kadar basit değilmiş.” Gerginleşmişti.

“Neredeyse iki saat önce radyasyon sahasından çıktık ve Guy olağan radyasyon dozunu almadı. Tüm yaşamı boyunca bu alanın içinde yaşıyordu. Belki de radyasyona ihtiyacı var.

Ya hastalanırsa?” Kapağın oradaki soluk yüze baktı. Yavaş yavaş korkmaya başlıyordu. Sonunda kendini daha fazla tutamadı, kompartımana atlayıp motoru durdurdu. Guy’ı dışarı çıkarıp yol kenarındaki çimlere yatırdı. Guy uykusunda mırıldanıp kendini birden geri çekti. Az sonra titremeye başladı, ısınmak istercesine büzüldü. Maxim, Guy’ın başını dizlerine yerleştirerek parmaklarını Guy’ın şakaklarına bastırdı. Yoğunlaşmaya çalışıyordu. Uzun zamandır kimseye psiko-masaj yapmamıştı; ancak hasta dışındaki her şeyin kişinin bilincinden dışlanması gerektiğini biliyordu. Hastayı kendi sağlıklı bünyesiyle özümlemeliydi. On-on beş dakika aynı pozisyonda durduktan sonra, tekrar bilinçli haline geri döndü. Guy’ın iyileştiğini görebiliyordu. Rengi düzelmiş, titremesi kesilmişti ve düzenli soluyordu. Maxim çimenleri yastık gibi yapıp Guy’ın yanına oturdu, etraftaki böcekleri kovaladı. Ansızın akıntılı reaktörü olan tankla, uzun bir yolculuk yapacaklarını anımsadı.

Bu Guy için tehlikeliydi. Bir şeyler düşünmeliydi. Doğrularak tankın yanına yürüdü.

Paslı perçinlerle sıkıca tutturulmuş zırh plakalarını tankın yan bölümünden sökmek biraz zamanını aldı. Sonra, reaktör ve motoru sürücü bölümünden ayıran seramik kalkan plakalarını sıkılaştırdı. Tam son plakayı takarken, bir yabancının yaklaştığını hissetti. Dikkatle başını kapaktan dışarı çıkardı. Buz gibi bir titreme vücudunu sardı.

Yolda, tanktan on adım ileride, üç figür vardı. İnsan olup olmadıklarını hemen anlayamadı. Evet, üzerlerinde giysiler vardı. İki tanesi bir kazığı omuzlarında taşıyordu. Kazıktan küçük toynaklı geyiğe benzer bir hayvanın kanlı kafası sarkıyordu. Üçüncüsünün çıkık göğsünde garip şekilli kocaman bir tüfek asılı duruyordu. “Mutantlar. Bunlar mutant.”

Duyduğu tüm hikayeler ve efsaneler kafasında canlandı; hepsi şimdi akla yatkın geliyordu. Yamyamlar, vahşiler, hayvanlar. Dişini sıkarak, tankın zırhına sıçradı ve dimdik ayağa kalktı. Tüfeği tutanın yamuk bacakları, yerinden kımıldamamasına rağmen gülünç bir şekilde birbirine dolandı.

Çoğu yerden bitişmiş, iki uzun parmaklı elini havaya kaldırıp yüksek sesle tısladı ve cızırtılı sesiyle konuşmaya başladı.