İşte kısaca durum bu. Bugün bir karar vermeliyiz ve sizden görüşlerinizi ifade etmenizi rica ediyorum.” Guy tıpkı kocaman ve hareketsiz bir kaya gibi Mac’e yan yan baktı. Hayır, bir kaya gibi değil, fakat tıpkı muazzam enerjisini boşaltmaya her an hazır olan koca bir bataryaya benziyordu. Mac odanın köşesindeki Wizard’a bakıyor, ama Guy’ın bakışlarının kendisine döndüğünü fark edebiliyordu.
Guy, dostunun nasıl da değiştiğini düşündü. Mac’in o meşhur göz kamaştıran gülümsemesi artık yoktu. Dahası uzun zamandır dağ şarkıları da söylemiyordu. Gözleri daha önceki sıcaklığından yoksundu. Artık sert bakışlıydı ve tıpkı Yüzbaşı Chachu gibi donuk gözleri vardı. Mac, yavru bir köpek gibi o köşeden bu köşeye koşuşturmayı da bırakmıştı. Şimdi kendini engelliyordu. Amaç dolu olmanın verdiği belli bir ciddiyet hali onu sarmıştı. Sanki tek başına önünde görünen hedefe nişan alıyordu. Evet, ağır ordu tabancası kurşunlarını ona boşalttığı günden beri, Mac kesinlikle değişmişti. Belki de böyle olmalıydı.
Fakat planladığı şey çok korkutucuydu. Bir katliam, korkunç bir katliam yoldaydı.
Kıyafetlerinden yabancı olduğu anlaşılan kel kafalı tuhaf adam fikrini belirtti: “Anlamadığım bir şey var. Bu adam ne yapmaya çalışıyor?
Barbarların buraya, bize gelmesini mi istiyor? Hepimizi öldürecekler. Şu barbarların nasıl olduklarını bilmiyor muyum sanıyorsunuz? Hepimizi öldürecekler.”
“Buraya ya barış içinde gelecekler ya da hiç gelmeyecekler” diye cevap verdi Mac.
“Hiç gelmemeleri en iyisi” dedi kel yabancı. “En iyisi barbarlarla hiç anlaşma yapmamaktır. Ben makinalı tüfekli askerlerle karşılaşmayı yeğlerim.”
“Dedikleri kesinlikle doğru” dedi Boshku düşünceli bir şekilde. “Öte yandan barbarlar askerleri sürüp bize hiç do-kunmayabilirler de. Sonra da her şey yoluna girer.”
“Bize dokunmayacaklarını da nereden çıkardın?” dedi beyaz yeleli adam. “Çok eski zamanlardan beri herkes bize zarar verdi. Onların bir istisna olacağı ne malum?”
“Ama o onlarla uzlaşacak” diye açıkladı Boshku. “Orman halkına dokunmayın diyecek, aksi halde hiç gelmeyin.”
“Kim? Kim onlarla uzlaşacak?” diye sordu Baker, kafasını çevirerek.
“Mac, tabii ki. Mac onlarla anlaşma yapacak.”
“Oh, Mac. Pekâlâ, anlaştı diyelim, belki bize dokunmazlar.” Beyaz yeleli ansızın yerinden doğruldu.
“Ben gidiyorum” dedi. “Bundan bir şey çıkmaz. Mac’i ve bizi öldürecekler. Neden canımızı bağışlasınlar ki? Nasıl olsa hepimiz on yıl içinde öleceğiz. Bırakın da kalan yıllarımı huzur içinde geçireyim. Kendi adınıza istediğiniz gibi karar verin.
Umurumda bile değil.”
Kapı ağzında tökezleyerek, hantalca dışarı çıktı. “Mac” dedi Leech. “Bizi bağışlamalısın, biz kimseye güvenenleyiz.
Barbarlara nasıl güvenelim? Çölde yaşıyor, kum yiyip içiyorlar.
Demir tellerden yapılmış korkunç insanlar bunlar. Gülmeyi ve ağlamayı bilmiyorlar. Onlar için ne ifade ediyoruz? Ben söyleyeyim, ayaklarının altındaki yosundan fazla hiçbir şey.
Ormanımıza neden ihtiyaç duysunlar? Çöle âşıklar. Yani bu bizim sonumuz demek olur. Hayır, onlara güvenmiyorum, Mac. Planın ümitsiz.”
“Hayır, Mac” dedi Baker. “Buna ihtiyacımız yok. Bırak da huzur içinde ölelim. Bizi rahatsız etme. Askerlerden nefret ediyor, onları yok etmek istiyorsun ama bu bizi ilgilendirmiyor.
Biz kimseden nefret etmeyiz. Bize acı Mac. Bugüne kadar bize kimse acımadı. Sen iyi bir insansın, ama yine de bize acı.
Acımıyorsun, değil mi Mac?” Guy yine Mac’e baktı ve utanarak başını çevirdi.
Maxim kıpkırmızı olmuştu. “Bu doğru değil” dedi. “Sana acıyorum, ama sadece sana acıyorum, ben…”
“Hayır, Mac.” Baker ısrar ediyordu. “Bize acı, sadece bize.
Biz bu gezegendeki en mutsuz insanlarız ve bunu biliyorsun.
Nefretini unut ve bize acı. Hepsi bu.”
“Neden bize acısın ki?” diye sordu biri. Bu gözlerine kadar bandaja bürünmüş Ore’ydi. “O da bir asker. Askerler bize ne zaman acıdı? Asker olarak doğmuş biri bize nasıl acısın?”
“Size neler olacağını söyleyeyim” dedi kel kafalı yabancı ciddi bir havayla.” Diyelim ki barbarlar askerlerden daha güçlü. Askerleri öldürürler, kulelerini yok edip tüm kuzeye hakim olurlar. Tamam. Askerlere hiç acımıyoruz. Bırakın hepsi katledilsin. Ama elimize ne geçer? Bu yine de sonumuz demek. Güneyde barbarlar, kuzeyde barbarlar, tepemizde barbarlar. Bize ihtiyaçları kalmayacak ve hepimizi öldürecekler. Bu bir olasılık. Şimdi de diyelim ki askerler barbarları püskürttü. Barbarları püskürtünce savaş güneye doğru genişleyecek. Sonra ne olacak? Yine işimizi bitirecekler. Kuzeyde askerler, güneyde askerler ve tepemizde askerler… Bu askerlerin nasıl tipler olduğunu da biliyoruz.”
Dinleyenler onu onaylarcasına homurdandı. Yabancı, onların duygularını çok iyi ifade etmişti, fakat sözlerini bi-tirmemişti. “Bırakın da bitireyim.” Kızgındı. “Oturun. Daha hiçbir şey duymadınız. Hem askerlerin hem de barbarların birbirlerini öldürme olasılığı var. İşte o zaman yaşayabiliriz.
Ama hayır, bu da işe yaramaz. Çünkü hâlâ vampirler var.
Askerler hayattayken vampirler, onların silahlarından korktukları için gizlenirler. Askerlerin, gördükleri yerde vampirleri öldürme emri var. Ancak askerler gittiğinde, işte o zaman işimiz bitiktir. Vampirler bizi, kemiklerimizi bile bırakmadan mideye indirir.”
“Haklı, haklı” sesleri odada yankılandı. “Evet, kardeşlerim, vampirleri unuttuk. Onlar uyumuyor, sadece zamanlarının gelmesini bekliyorlar. Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, Mac. Bırak her şey olduğu gibi kalsın. İyi ya da kötü bir yıl yaşayabildik ve belki bir yıl daha yaşarız. Tüm bunları o zaman düşünürüz.”
“Ona istihbarat ajanlarımızı vermemeliyiz.” Yabancının sesi yükselmişti. “Ajanların ne istediği önemli değil. Neyi umursuyorlar ki. Ne de olsa evlerinden uzakta yaşıyorlar. Altı parmaklı bu herifler tüm günlerini ve gecelerini öbür tarafta geçiriyor. Orada durumlarından memnunlar. Kulelerden korkmuyorlar. Ne baş ağrısı ne de acı çekiyorlar. Ya bizler?
Vahşi oyun kuzeye doğru kayıyor. Sadece ajanlarımız bunu bize geri getirebilir. Hayır, ona ajanlarımızı vermeyin! Onların üzerinde kontrolü yeniden sağlamalıyız. Yoldan çıktılar.
Cinayet işliyor, askerleri kaçırıp onlara işkence ediyorlar.
İnsan gibi hareket etmiyorlar. Hayır, gitmelerine izin vermeyin, aksi halde tamamen yoldan çıkarlar.”
“Gitmelerine izin vermeyin! Hayır! Hayır!” Diğerleri ona destek vererek haykırmaya başladı.
Yabancı en sonunda sustu, yerine oturup soğumakta olan çayını bir dikişte içti. Odadakiler yerine oturdu. Yaşlı adam, Maxim’e bakmamaya çalışarak hareketsiz oturuyordu.
Boshku üzüntüyle başını salladı. “Anlamalısın, Mac, buradaki yaşantımız acınacak durumda. Hiç kurtuluşumuz yok. Bunu hak etmek için kime ne yaptık?”
“Hiç doğmamalıydık.” dedi Ore. “Hâlâ daha çocuk yapıyoruz. Sadece ölmek, evet ölmek için.”
“Denge.” Yüksek, kalın bir ses ansızın tartışmayı böldü.
“Sana daha önce de söylemiştim Mac. Beni anlamak istemiyorsun.” Sesin kaynağı herkesi şaşırtmıştı. Oda sessizliğe büründü, insanlar törensel bir havayla başlarını çevirdiler. Sadece Wizard’in omzundaki kuş sarı gagasını açıp kapayarak hareket ediyordu. Wizard, gözleri kapalı, ince dudaklarını birbirine sıkıca bastırarak hareketsiz oturuyordu.