Выбрать главу

Sarsıntı ansızın kesildi, kanatların altındaki alandan yavaşça havalandılar. Guy’ın tüm benliğini memnuniyet verici bir duygu kaplamıştı. Sanki pamuk içinde yüzüyordu. Orman ve uçağın altındaki alan gözden kayboldu. Artık orman, koyu yeşil bir çalılık, parça parça olmuş geniş bir battaniye ya da yavaşça kayıveren benekli bir örtü gibi görünüyordu.

Kendinden geçen Guy, Maxim’e baktı. Mac tamamen rahatlamıştı. Sol kolu dirseği üzerinde duruyor, sağ eliyle de muhtemelen ana kol olan en büyük kolu güçlükle oynatıyordu.

Gözleri kısılmış, dudakları ise ıslık çalıyormuş gibi büzülmüştü. “Bu adam” diye düşündü Guy “Kesinlikle yetenekli. Yetenekli olduğu kadar da akıl ermez biri” Her an her şeyi yapabilir. Bugüne kadar hiç görmediği karmaşık bir makineyi bile idare edebiliyor. Bu ne bir tank ne de bir kamyon. Efsanevi bir araç, bir uçak. Bunlardan bir tanesinin saklandığını bile bilmiyordum. Şu herif ise sanki hayatı boyunca uçmuş. Onunla oyuncak gibi oynuyor. Yaptıkları kesinlikle normal bir insanın tasavvur edebileceği şeyler değil. Sanırım bugüne kadar, hayatında birçok makineyi ilk defa görüp hepsinin nasıl çalıştığını kolayca çözmüştür.

Eminim ki üstesinden geldikleri sadece makineler değildir. Ne de olsa o bir üstad. Eğer isteseydi Yüzbaşı Chachu’ya kendi elini bile yedirirdi. Wizard bile kendini Mac’le aynı seviyede gördü. Ya Dük? Bir bilge, askeri başcerrah, bir aristokrat olarak, o da Mac’in özel biri olduğuna inanmıştı. Ona emanet ettiği şu makineye bak. Mac’i Rada’yla evlendirmeyi düşünmemiz çok normal! Peki ya Rada ona ne ifade ediyor?

Ya da ona ne ifade edebilir? Böyle bir adam kontesler ya da prensesler birlikte olmalı. Buna rağmen benim gibi normal biriyle arkadaşlık ediyor. Şu an bana aşağı atlamamı söyleseydi, yapardım. Ondan o kadar çok şey öğrendim ki!

Tüm hayatım boyunca ona olan borcumu ödeyemem. Dahası onunlayken daha çok şey göreceğim ve onun sayesinde birçok şey daha öğreneceğim.” Maxim, Guy’ın bakışlarını üzerinde hissetti. Kendisine olan derin bağlılığını ve hayranlığını hissedebiliyordu. Ona doğru dönerek aylardır herkesten esirgediği o ünlü gülümseyişini Guy’a göstermekten çekinmedi. Guy, Mac’in güçlü, bronzlaşmış elini tutmak için güçlükle toparlandı. Derin memnuniyetini ona ifade etmek istiyordu. “Oh, sevgili efendim, koruyucum, gururum. Sadece emrini ver! Önündeyim, buradayım ve hazırım. Beni ateşe at, alevlerle birleştir, binlerce düşmanın üzerine gönder, orada açılan tüfek ağızları ve milyonlarca kurşunla karşılaşayım. Oh, nerede onlar, nerede senin düşmanların? Nerede o kör, bitli üniformalar içindeki mide bulandırıcı insanlar? Sana el kaldırmaya yeltenen o şeytan subay nerede? Oh, onu çıplak ellerimle paramparça edeceğim. Ben… hayır, şimdi değil. O da ne?

Efendim bana bir emir veriyor, bir şey yapmamı istiyor?”

“Mac, Mac? Evet. Kesinlikle bir aptalım. Ne dediğini anlamadım. Seni gürültüden duyamadım. Oh, ahmağın biriyim ben. Ah, evet, işte kulaklıklı kask. Şimdi seni duyuyorum!

Emirlerini ver, seninim ve kumandan altındayım. Kule mi? Ne kulesi? Evet bir kule görüyorum. Piçler, yamyamlar, çocuk katilleri! Her yere kule dikmişler. Ama kulelerin hakkından geleceğiz, çelik botlarımızla onları ezeceğiz. Gözlerindeki alevle kuleleri yakıp yıkacağız. Şu makineni kuleye yaklaştır ve bana bir bomba ver. Bombayla beraber atlarım ve kesinlikle ıskalamam. Göreceksin! Bana bir bomba ver! Bir bomba!” Guy derin bir nefes alıp gözyaşlarını yakasına sildi. Gözleri parlıyor, tüm dünya gözlerinin önünde dalgalanıyor, sallanıyordu. Boğazı kurumuştu ve kasları ağrıyordu.

Maxim’in yüzünün karanlık, kızgın ve sert bir hâl aldığını fark etti. Bir an için tatlı bir şeyin anısı yeniden parlayıp sonra aynı şekilde kaybolup gitti. Bir şeyler onu ayağa kalkıp topuklarını birbirine vurarak “dikkat” konumunda durmaya itmişti. Fakat böyle bir şeyin uygunsuz olacağına ve Maxim’i kızdıracağına karar verdi.

“Mac, yanlış bir şey yapmışım gibi hissediyorum. Yaptım mı?” Etrafına suçluluk duygusu içinde bakındı.

“Ben yaptım, Guy, sen değil. Bu şeyi tamamen unutmuşum.”

“Neden söz ediyorsun?” Maxim yerine dönüp elini kola koydu ve tam ileri baktı.

“Kuleler.”

“Ne kulesi?”

“Çok fazla kuzeye döndüm. Radyasyon saldırısına yakalandık.”

Guy heyecanlı bir şekilde: “Sana ‘Demir Adamlar’ şarkısını söyledim mi?”

“Daha da kötü. Bundan sonra daha dikkatli olacağım.” Endişelenen Guy, başını çevirerek tam olarak neler deyip neler yaptığını hatırlamaya çalıştı. Aşağıdaki dünyayla ilgili ipuçlarını incelemeye koyuldu. Hiçbir şey! Ne kule ne havaalanı ne de hangar görünürde yoktu. Sadece yine aynı paçavra örtü altlarında kayıyordu. Sonra bir nehrin üzerinden uçtular. Uçağın su üzerindeki yansıması donuk, metal bir yılanı andırıyordu. Ardından dumanların içinden geçerek uzaklardaki denizi gördüler. Deniz, gökyüzünde tıpkı bir duvar gibi uzanıyordu. “Acaba neler saçmaladım? Mac çok üzgün görünüyordu. Söylediklerim herhalde korkunç şeylerdi.

Massaraksh, yine şu kahrolası Lejyon? Nerede şu lanet kule? Kuleye bomba atmanın tam zamanı.” Bir anda uçak savrulmaya başladı. Guy dilini ısırdı, Maxim iki eliyle birden kumanda kollarına sarıldı. Bir şeyler yanlıştı.

Guy etrafa dikkatle baktı, kanatların yerinde, devasa pervanelerinse dönüyor olması onu rahatlattı. Sonra yukarı baktı. Suya damlayan mürekkep damlalarına benzer, kömürden, siyah benekler başının üzerindeki beyaz gökyüzünde uçuşuyordu.

“Bunlar da ne?” diye sordu Guy.

“Bilmiyorum. Çok garip. Bir… gökyüzü kayası saldırısı.

Lanet olsun, yine mi! Bunun olasılığı kesinlikle sıfır. Neden onları hep kendime çekiyorum?”

Guy gökyüzü kayalarının ne olacağını soracak gibi oldu; fakat gözünün ucuyla aşağıdaki garip hareketlenmeyi fark etti. Sağ tarafta, ağır, sarımtırak bir şey, kirli yeşil örtüden yukarı doğru kabarıyordu. Başta bunun duman olduğunu fark edemedi. Ardından kabartının iç kısmında bir şey parıldadı ve uzun, siyah bir beden kabartıdan dışarıya doğru süzüldü.

Ansızın ufuk çizgisi çılgınca yer değiştirip tam önlerinde bir duvar gibi belirdi. Maxim’in sesi “Massaraksh!” diye Guy’ın kulaklıklarında tısladı. “Lanet olsun! Çok aptalım!” Ufuk, tekrar çizgi haline geldi. Guy boşu boşuna sarı duman bulutunu aradı. Bir anda yeniden renkli bir serpinti pınarı ormanın üzerinde yükseldi. Renkli serpinti tam yollarını kesiyordu. Sarı bulut tekrar bir dağ gibi önlerinde belirdi.

Sonra tekrar bir parıltı ve yine o siyah beden. Bu sefer beden yavaşça gökyüzüne yükselip göz kamaştırıcı beyaz bir top gibi fırladı.

Guy eliyle gözlerini kapadı. Beyaz top çabucak kararıp koca bir mürekkep lekesi gibi uzaklara sürüklendi. Ayaklarının altındaki zemin çöktü. Guy ağzını genişçe açarak solumaya çalıştı. Kokpit karanlığa büründü. Siyah, kıvrıla kıvrıla yükselen duman, üzerine gelmeye başladı. Ufuk yeniden katlandı. Sol taraflarındaki ormana doğru yaklaşıyorlardı. Guy kaşlarını çattı. Titriyordu. Ölümcül patlamayı, acıyı ve ölümü beklemeye koyuldu. Solumaya çalışırken, etrafındaki her şey titreyip sallanıyordu. Kulaklığında Maxim’in “Massaraksh!” diye küfretmesini duyabiliyordu. Yanındaki duvara bir şey sertçe çarpıp uzaklaştı. Sanki biri yakın mesafeden makineli tüfekle ateş ediyordu. Buz gibi rüzgâr Guy’ın yüzüne vurdu ve kaskı yere düştü. Guy, korkudan çömelip üzerine kükreyerek vuran korkunç rüzgâra karşı yüzünü korudu. “Sonumuz geldi” diye düşündü. “Uçağımızı düşürecekler ve biz de yanacağız.”