Выбрать главу

Ama hiçbir şey olmadı. Bombardıman uçağı birkaç kez daha sarsıldı, alçalıp tekrar diklemesine yükseldi. Ansızın motorun gürlemesi kesildi. Endişe verici sessizliği sadece uçaktaki yarıktan giren rüzgârın uğuldaması bozuyordu.

Guy kısa bir süre bekleyip dikkatle başını kaldırdı. Halen yüzünü soğuk rüzgârdan koruyordu. Maxim hemen ya-nındaydı. Sinirleri gergin bir şekilde oturuyor, iki eliyle kumanda kollarını tutup bir ileri, bir aletlere bakıyordu.

Bronzlaşmış vücudundaki kaslar gerginleşmişti. Uçak tuhaf bir şekilde uçuyordu. Burnu garip bir açıda asılı kalmış, motoru susmuştu. Guy uçağın kanadına baktı ve donakaldı.

Yanıyordu.

“Yangın!” diye bağırdı. Aşağı atlamaya çalıştı, ancak kayışlar ona izin vermedi.

“Sakin ol ve olduğun yerde kal!” diye emir verdi Maxim gözlerini önünden ayırmadan.

Kendine gelen Guy dosdoğru ileri baktı. Uçak biraz alçaktan uçuyordu. Denizin parıldayan çelik grisi yüzeyi uçağa doğru yaklaşıyordu. “Lanet olsun çakılacağız.” Guy’ın kalbi hızla atmaya başlamıştı. “Lanet olası Dük ve onun lanet olası ‘Dağ Kartalı’. Ya şu Ada İmparatorluğu? Eğer sessizce ve yayan yola koyulsaydık, böyle kötü bir şansla yüzleşmek zorunda kalmayacaktık. Şimdi yanacağız. Yanmazsak da parçalara ayrılacağız. Şüphesiz Maxim kendini kurtaracaktır; ama bu kesinlikle benim sonum olacak. Lanet olsun, ölmek istemiyorum!”

“Oraya buraya sıçramayı bırak!” dedi Maxim. “Sıkı tutun.

Şimdi Ormanı geride bıraktılar. Denizin çelik grisi yüzeyine yaklaşırken, Guy gözlerini kapadı.

Bir patlama, ardından muazzam bir tıslama ve sonra yeniden bir patlama. Ardından bir tane daha. Her şey cehenneme uçuyordu. İşte bu. Sonları gelmişti! Guy dehşet içinde bağırıyordu. Kuvvetli bir şey Guy’ı güvenlik donanımından koparmaya çalışıyor, fakat bunu başaramayınca onu geri itiyordu. Etrafındaki her şey eziliyor, parçalanıyordu. Bir şeyler yanarken, teninde denizin sıcak suyunu hissetti. Gürültüler kesilmiş, sadece suyun sıçrama sesi ve uğultu sessizliği bozuyordu. Bir şeyler tıslayıp çatırdıyordu. Derken zemin yavaşça hareket etti. Belki de şimdi gözlerini açıp öbür dünyanın nasıl bir şey olduğunu görebilirdi.

Guy gözlerini açtı. Maxim hemen üzerine doğru sarkmış onun emniyet kemerini açmaya çalışıyordu.

“Yüzebilir misin?”

En azından hayattaydılar.

“Evet” diye cevapladı Guy.

“Tamam, gidelim!” Guy dikkatle doğruldu. Vücudundaki kırık ya da burkulmalar yüzünden ağrıları olacağını bekliyordu. Fakat yaralanmamıştı. Uçak ufak bir dalga üzerinde sallanıyordu.

Sol taraftaki kanat yerinde yoktu. Sağ taraftaki ise delik deşik olmuş metal şeritten sarkmış, sallanıyordu. Uçağın burnu dikey olarak kıyıya bakıyor, düşüş esnasında bükülmüş gibi duruyordu.

Maxim silahını sırtına asıp kokpitin kapısını açtı. İçeri su dolmaya başladı ve burunlarına kuvvetli bir benzin kokusu geliyordu. Uçak ağır ağır yana yatmaya başladı.

“Atla!” dedi Maxim. Maxim arkasında büzülmüş duran Guy, itaatkâr bir şekilde dalgalara kendini bıraktı.

Su yüzeyine çıktığında, başını sudan çıkarıp kıyıya doğru yüzmeye başladı. Kıyı yakındı ve etraf yeteri kadar güvenli görünüyordu. Maxim, yanında ses çıkarmadan suyu yararak yüzüyordu. Bir balık gibiydi. Sanki suda doğmuştu. Guy uflaya puflaya, tüm gücünü harcayarak kollarını ve bacaklarını hareket ettiriyordu. Giysiler ve botlarla yüzmek çok zordu. Sonunda ayağı denizin kumla kaplı dibine değdiğinde, çok sevindi. Kıyıya daha varmamalarına rağmen, doğrulup yağlı ve kirli suyu yararak koşmaya başladı. Maxim yüzmeye devam ediyordu. Guy’ı geride bırakıp meyilli kıyıya ondan önce ayak bastı. Guy Maxim’e ulaştığında, Maxim iki ayağı, ayrık, dimdik durarak yüzünü gökyüzüne doğru çevirmişti. Guy da onu izleyip gökyüzüne baktı. Bir sürü siyah parçacık gökyüzünde sürükleniyordu.

“Çok şanslıydık” dedi Maxim. “On tane birden fırlatıldı.”

“On tane ne?”

“Roket. Onları tamamen unutmuştum.”

Guy da roketleri hatırlamadığı için kendini kötü hissediyordu. İki saat önce Maxim’i bu konuda uyarabilir, böylece Dük onlara uçağı almalarını tavsiye ettiğinde reddedebilirlerdi.

Tekrar denize baktı. Dağ Kartalı neredeyse gözden kayboluyor, sadece parçalanmış kuyruğu suyun yüzeyinde bir çıkıntı oluşturuyordu.

“Evet!” dedi Guy. “Sanırım Ada İmparatorluğu’na ulaşamayacağız. Şimdi ne yapacağız?”

“Öncelikle şu haplardan alalım. Çıkar onları.”

“Neden?” diye sordu Guy. Dük’ün haplarından nefret ediyordu.

“Kirli su radyoaktifti. Vücudumun her noktası yanıyor. Adam başı dörder tane alacağız. Şunu beşer tane yapalım.”

Guy çabucak cebinden küçük şişeyi çıkararak avucuna on tane hap boşalttı. Hiç vakit kaybetmeden hapları yuttular.

“Tamam, gidelim. Silahını al!” diye emretti Maxim.

Guy silahını aldı. Aldığı haplar ağzında acı bir tad bıraktığından, yere tükürdü ve Maxim’in arkasında, kumda bata çıka yürümeye koyuldu. Hava sıcaktı ve giysileri çabuk kurudu. Botlarıysa hâlâ sırılsıklamdı. Maxim hızla ve kendinden emin yürüyor, nereye gitmesi gerektiğini kesinlikle biliyormuş izlenimi veriyordu. Öte yandan sol taraflarında denizden başka bir şey görünmüyordu. Sağ tarafları ve önlerinde uzanan yol ise geniş bir sahilden ibaretti. Denizden bir mil kadar uzakta yüksek kum tepeleri yükseliyor, kimi zaman da bu tepelerin ardında düzensiz ağaç toplulukları beliriveriyordu.

İki mil kadar yürüdüler. Guy hâlâ nerede olduklarını ve nereye gittiklerini merak ediyordu. Önce Mac’e bunu sormak için cesaretini toplamaya çalıştı. Ancak sonra kendi kendine bu soruyu cevaplamaya çalıştı. Tüm verileri iyice inceledikten sonra, sadece Mavi Yılan Nehri’nin ağzının ileride bir yerlerde olduğu ve kuzeye doğru yol aldıkları sonucuna varabildi. Tam olarak nereye ve neden gittikleri hâlâ onun için bir gizemdi. En sonunda Mac’e yetişip pervasızca ona planlarının ne olduğunu sordu.

Maxim sezgilerine göre hareket etmek zorunda olduklarını açıkladı. Sadece bir beyaz denizaltının kıyıya yaklaşmasını ve lejyonerler ona ulaşmadan kendilerinin ulaşmasını ümit edebilirdi. Sıcak ve kuru kumlar arasında beklemek pek de çekici olmadığından, Mac’in yakınlarda olduğunu sandığı Resortia’ya ulaşmalıydılar. Bu şehir uzun zaman önce tahrip edilmişti; fakat şehirdeki su kaynakları halen kullanılır durumda olmalıydı ve dahası orada bir çeşit sığınak bulabilirlerdi. Geceyi şehirde geçirip bir sonraki hareketlerini planlarlardı. Belki de sahilde haftalar geçirmek zorunda kalabilirlerdi.

Guy, dikkatle planın kendisine biraz garip geldiğini belirtti.

Maxim, hemen Guy’ı onaylayıp ona daha iyi bir fikri olup olmadığını sordu. “Maalesef’ dedi Guy. Bir fikri yoktu; ama Lejyon’un tank devriyelerine dikkat etmeleri gerektiğini söyledi. Devriyeler güney sahilinin derinliklerine kadar giriyorlardı. Maxim kaşlarını çatarak, bunun kötü bir haber olduğunu söyledi. Yakalanmamak için gözlerini açık tutmaları gerekiyordu. Guy’ı lejyonun taktikleri konusunda soru yağmuruna tuttu. Devriyelerin denizle kıyı bölgelerden daha çok ilgilendiklerini öğrenmek onu rahatlattı. Kum tepelerine saklanırlarsa devriyeler tarafından fark edilmezlerdi. Maxim gevşemişti ve ıslık çalmaya başladı.

Guy hâlâ eğer bir devriye tarafından fark edilirlerse ne yapacaklarını merak ediyordu. Rastgele bir plan kurarak bunu Maxim’e anlatmaya başladı.