Выбрать главу

Burada da çok şey değişmişti. Çalılıklar patlamayla yok olmuş, pişmiş çatırdıyor, üzerinde dumanlar tütüyordu.

Tepenin kuzeydeki bayırı da cayır cayır yanıyor, ateşin oluşturduğu siyahımsı kahverengi dumanla kızıl gökyüzü eriyor gibi gözüküyordu. Dumanın üzerinde oluşan yağlı parlak bulutlar, gözlerinin önünde kabarıyordu.

Maxim, aşağıya, tepelerin arasındaki geçite baktı. Bomboştu. Tankların paletleriyle sürüklenmiş balçık nükleer saldırıyla yanmış, dumanı tütüyor, binlerce alev sanki üzerinde dans ediyordu. Yanmış barutun neden olduğu pus dağılmış, kızıl gökyüzünün altı kızarmıştı. Geriye kalan sadece terk edilmiş metal kutular ve ceza taburundakilerin ce-setlerinin kararmış kalıntılarıydı. Tepelerin yakınındaki ovada, garip araçlar kırılmış bir zincir halinde ilerliyordu.

Tanklara benziyorlardı. Ancak tanklardaki silah tareti yerine, her aracın üzerinde, tepesinde donuk renkli dairesel bir obje olan kafeslenmiş bir koni vardı. Engebeli zeminde hafifçe sallanarak hızla ilerliyorlardı. Ne kadersiz baskın bölüklerinin tankları gibi siyah ne de ordu tankları gibi grimsi yeşildiler. Aksine Lejyon devriye araçları gibi parlak sarı renkteydiler. Sağ kanattaki piyade erleri, tepelerin ardında gözden kaybolmuşlardı. Maxim radyasyon yayıcıların sekiz tane olduklarını fark etti. Ne kadar da kibirliydiler, sanki duruma tamamen hakimdiler. Düşünün ki, bir savaşa ne bir siper ne de kamuflajla giriyorsunuz. Parlak sarı boyalarıyla, çirkin beş metrelik çıkıntıları ve silahtan arındırılmış halleriyle övünüyor, gösteriş içinde ilerliyorlardı. Sürücüleri, tam olarak güvende olduklarından emindiler. Bu kadar hızlı ilerlediklerine göre, güvenliklerini güçlükle sağlıyor gibiydiler. Demirden sürülerini, radyasyon kamçılarıyla dörtnala sürüyor, onları cehenneme sürüklüyorlardı. Ancak kendileri bile nasıl kamçılar kullandıklarından haberdar değildi. Kendi kendilerini kamçıladıklarının farkında bile değildiler. Maxim sol kanattan yarığa doğru ilerleyen bir yayıcıyı seçerek onu karşılamaya hazırlandı.

Dimdik yürüyordu. Siyah üniformalı lejyonerleri demir kabuklarından çıkarmak için güç kullanılması gerektiğinin farkına varmıştı. Kesinlikle tek bilmek istediği buydu. Yarığa indiğinde yayıcının yaklaştığını gördü. Sarı aracın sürücüsü kayıtsızca cam periskobundan yola bakarak dosdoğru Mac’e doğru ilerliyordu. Kafesli koni, aracın ağır ağır sallanmasından bağımsız olarak, hantal bir şekilde sallanıyordu. Maxim artık, koninin tepesinde sallanan, tamamen parlak uzun iğnelerle kaplanmış gümüş küreyi seçebiliyordu.

Durmaya niyetleri olmadığını anlayınca, Maxim yoldan çekilip yanından geçmelerine izin verdi. Sonra da arkasından koşarak aracın zırhla kaplanmış yüzeyine atladı.

DÜNYALI

XVIII

Savcıyı hafif uykusundan çalan telefon uyandırdı. Gözlerini açmadan ahizeyi kaldırarak boğuk bir sesle cevap verdi: “Alo.”

Asistanı mırıldayan, özür dileyen sesiyle telefonun diğer uçundaydı.

“Saat yedi, efendim.”

“Evet.” diye cevap verdi savcı. Gözleri hâlâ kapalıydı.

“Evet. Teşekkürler.”

Işığı açıp üzerindeki örtüyü fırlattı ve yatağının köşesine oturdu. Solgun, ince bacaklarına bakarak bir süre daha orada oturduktan sonra, kötü talihi üzerine düşünmeye başladı. Son altı yıldır, uykusunun bölünmediği bir gün bile yoktu. Her zaman biri onu uyandırıyordu. Teğmen olduğu yıllarda kafaları çektikten sonra uyumak istemiş, ancak emir eri olan domuz herifin biri onu uykusundan uyandırmıştı. Black Mahkemesi’nin başkanıyken, şu ahmak sekreter ölüm cezalarını imzalaması için onu uyandırırdı. Bir okul çocuğuyken de, annesi okula gitmesi için onu uyandırırdı; en kötüsü de buydu. Her zaman birileri ona “Yapmalısınız, efendim! Yapmalısınız, Bay Başkan! Yapmalısın, sevgili oğlum!” diye tembihlerdi. Artık kendi kendisine bir şey yapması gerektiğini tembih ediyordu. Yataktan doğrulup sabahlığını fırlattıktan sonra yüzüne kolonya sürdü. Takma dişlerini takıp aynanın başına gitti ve yanaklarına masaj yaparak aynaya baktıktan sonra çalışma odasına doğru yöneldi.

Masasının üzerinde, bir bardak ılık süt ve bir tabak tuzlu kraker, kolalı bir peçeteyle örtülü bir şekilde onu bekliyordu.

Özel diyetini yemeye koyulmadan önce, kasadan yeşil bir dosya çıkardı ve dosyayı masasına, kahvaltısının yanına koydu. Krakerlerini kıtır kıtır yiyip sütünü yudumlarken, önceki geceden beri kimsenin kurcalamadığından emin olana dek, dosyayı baştan aşağı inceledi. “Her şey ne kadar da değişti” diye düşündü. Aradan yalnızca üç ay geçmesine karşın her şey ne kadar da değişmişti! İster istemez sarı telefona baktı ve birkaç saniye gözlerini ondan ayıramadı. “Sessiz olması ne garip” diye düşündü. Telefon bir oyuncak kadar parlak ve ciddiyetten yoksun ancak fitili çıkarılamayan, şeytani, zaman ayarlı bir bomba kadar ürkütücüydü.

Savcı, iki eliyle dosyayı kavrayarak kaşlarını çattı.

Dosyanın kendisini alt edeceğinden korkuyordu. Çabucak göz atmaya koyuldu. Hayır, dosya onu alt edemeyecekti.

Kesinlikle sakin olmalı ve nesnel bir şekilde mantık yürütmeliydi. “Her şeyden öte, başka seçeneğim yok. Risk almak zorundaysam, o zaman alırım. Ama riski en aza indirmeliyim. Evet öyle yapacağım. Evet, massaraksh, en aza indireceğim. Pekâlâ, bundan o kadar da emin değilsin ha, Smart? Yani şüphe ediyorsun. Her zaman şüphecisindir. Evet, şüphelerini dağıtmayı denemelisin. Son zamanlarda Maxim Kammerer denen şu herif hakkında haberler aldın mı?

Gerçekten aldın mı? Aha, aldığını düşünüyorsun. Daha önce hiç onunla ilgili haberler almadın. Pekâlâ, Smart, hazırlan, ilk defa bu adamla ilgili bilgi alacaksın. îyi dinle ve hakkında varılabilecek en nesnel, en tarafsız yargıya var. Smart tarafsız fikrini almak benim için çok önemli, biliyorsun ki postumu kurtarmak tamamen buna bağlı.”

Son krakerini çiğneyip sütünü bitirdikten sonra kendi kendine konuşmaya devam etti.”

“Pekâlâ, Bay Smart, işe koyulalım!” dedi yüksek sesle.

Dosyayı açtı. “Adamın geçmişi bulanık. Hakkındaki bilgi ve haberler çok zayıf. Sadece bugüne bakarak geçmiş, geçmişe bakarak bugünü çıkarımlamayı biliyoruz. Yani dostum Mac, geçmişini bilmek istiyorsak, şu anki konumundan akıl yürüterek geçmişinle ilgili çıkarımlar yapabiliriz. Buna bilinmeyen bir niceliği, bilinen değerlere bakarak çıkarma diyoruz. Şimdi bakalım elimizde ne varmış. Mac, şimdiki hayatına ceza kolonisinden kaçarak başlıyor. Aniden.

Beklenmedik bir şekilde. Tam da ben ve Strannik onu elde etmek için çabalarken. İşte yetkili generalin panik dolu raporu.

Her zamanki ahmak saçmalıkları. Her şeyi berbat ettiğinden, cezasına razı, vs. vs. Ama o tamamen suçsuz! Çünkü sadece emirleri yerine getirdi. Adamımızın idam mahkûmlarının oluşturduğu Lağımcı taburuna gönüllü olarak katıldığını ve orada bir mayına basarak havaya uçtuğunu kesinlikle bilmiyor!

Ne Strannik ne de ben bunu biliyoruz. Ama bilmeliydik! Adamımız eşine az rastlanan biri ve böyle bir şeyler olacağını önceden kestirmeliydin, Bay Smart.

Evet, bu sırada aldığım haberlerle şok oluyor, neler döndüğünü ancak o zaman anlıyorum. Biri ona kulelerle ilgili gerçeği anlatıyor ve o da Tüm Güçlü Yaratıcılar’ın ülkesinde bir yerlere varamayacağını anlayıp kendisini ölü gibi gösteriyor ve güneye kaçıyor.” Savcı tembel tembel alnını sildi. “Evet bu her şeyin başlangıcı. Bu seri halinde kayboluşların ilki: Öldüğüne inanmıştım. Neden inanmayayım ki? Normal bir insan neden güneye kaçmak istesin ki? Herkes onun öldüğüne inanırdı. Ama Strannik buna inanmadı.” Savcı diğer raporu okumaya başladı. “Oh, şu Strannik! Çok zeki! Bir dahi! Ben de onun gibi hareket etmeliydim! Mac’in öldüğünden emindim. Ne de olsa, Güney’den söz ediyor.