Çalışma odasına kendini kapatıp yeşil dosyayı tekrar inceledi. Bu sefer en ince ayrıntıyı bile gözden kaçırmadı.
Savaş Departmanı’ndan gelen bir habercinin mesajı yüzünden çalışmasına ara vermek zorunda kaldı. Cephe düşmüştü.
Khonti’liler sarı araçlardan şüphelenmiş ve geçen gece radyasyon yayıcı donanımlı tankların yüzde doksan beşini nükleer silahlarıyla imha etmişlerdi. Orduya ne olduğuyla ilgili hiçbir haberse henüz ulaşmamıştı. Bu son demekti. Savaşın, General Shekagu’nun, General Odu’nun sonuydu. Dahası Ochkarik, Chainik, Tucha ve diğer alt rütbedeki kişilerin bile sonuydu. Kont da tehlikedeydi. Bu da Smart’ın da kendini kollaması gerektiği anlamına geliyordu. Ama Smart çok zekiydi ve bir yolunu bulurdu.
Mesajı bir bardak suda eritip odanın içinde volta atmaya başladı. İnanılmaz bir rahatlık hissi tüm bedenini sarmıştı. En sonunda zamanı gelmişti, yukarıdakiler tarafından çağrılacaktı. “Önce Baron’un hakkından gelirler. Puppet’la Zub arasında karar vermeleri en az yirmi dört saat sürer. Sonra da Ochkarik ve Tucha’yla uğraşmaları gerekecek. Bu da bir yirmi dört saatlerini daha alır. Onlarla uğraşırken de Chainik’in işini bitirecekler. General Shekagu’yu halletmeleri en az iki gün sürer.”
Konuğu gelene kadar çalışma odasından çıkmadı.
Konuk halinden memnun görünüyordu. O kadar şıktı ki, savcının orta yaşlı jet sosyeteden soğuk eşi bile Mac’den büyülenmiş, yirmi yaş gençleşip dişi tavırlarla Mac’e yaklaşmaya başlamıştı. Sanki Mac’in gelecekte oynayacağı önemli rolü biliyormuş gibiydi.
“Neden yalnızsın?” Çok şaşırmıştı. “Kocam dört kişi olacağımızı söylemişti.”
“Evet, kız arkadaşınla geleceğini sanmıştım. Şu kızı hatırlıyorum. Senin yüzünden neredeyse başı belaya girecekti” dedi savcı.
“Haklısınız” dedi Mac sakin bir tavırla. “Fakat, izin ve-rirseniz bu konuyu sonraya bırakalım, ne dersiniz?”
Akşam yemeği uzun sürdü. Biraz içip bol bol güldüler.
Savcı son dedikodulardan söz etti. Karısı ise biraz daha ileri gidip belden aşağı fıkralar bile anlattı. Mac uçakta geçirdiği saatleri anlattığında savcı gülmekten kırıldı. Dehşet içinde Mac’e “Ya roket uçağa isabet etseydi ne yapardın?” diye sordu.
Yemek sona erdiğinde, savcının karısı izin isteyerek yanlarından ayrıldı. Savcı, Mac’i kolundan tutup, çalışma odasına şarap içmeye davet etti. Onun için hazırladığı şa-rapları ülkede sadece bir düzine insan tadabilme şansına erişebilmişti.
Çalışma odasının en konforlu köşesindeki kahve masasını çevreleyen rahat koltuklara karşılıklı oturdular. Mac ciddileşmişti. Birazdan neler olacağını bildiği açıktı. Bu yüzden savcı daha önce kurduğu planı tartışmaktan vazgeçmek zorunda kaldı. Halbuki planı çok akılcıydı. Önce ikisinin de amaçlarından imalı olarak söz edecek, sonra Rada’nın kaderi, Strannik’in entrikaları ve Yaratıcılar’ın kurduğu fesat dolu düzenden bahsedecekti. Ancak tüm bu konular bir anda tüm anlamlarını yitirmişlerdi. Karşısındaki adamın üstün yeteneklerini böyle gereksiz konuşmalarla harcamayacağını büyük bir açıklıkla kavramıştı. Mac, öne-rilerini ne kabul edecek ne de büsbütün reddedecekti. Bunu biliyordu. Aslında her şey çok basitti. Birkaç gün içinde savcının kaderi belli olacaktı. Ya hayatta kalacak ya da başı ezilecekti. Parmakları titreyerek süratle şarap bardağınımasaya koydu ve doğrudan konuya girdi.
“Mac, yeraltı örgütünün bir üyesisin, hatta orada etkin bir konumdasın, bunu biliyorum. Yani mevcut düzenin düşmanı sayılırsın. Ayrıca özel operasyon tankının mürettebatını öldürmekle suçlanan bir kaçaksın. Bana gelince: Başsavcıyım, en önemli devlet sırlarını bilen güvenilir bir hükümet görevlisiyim. Bu yüzden ben de mevcut düzen için bir tehdit unsuruyum. Önerim şu: Bir darbe yapmayı planlıyorum. Yaratıcılar’ı devirecek olan da sensin. ‘Sen’ demekle yalnızca seni kast ediyorum. Örgütünü tamamen devre dışı bırakacaksın. Yeraltı örgütünün herhangi bir müdahelesi topyekün bir yıkıma sebep olur. En önemli devlet sırrını biliyorum ve planımı bunun üzerine kurdum. Sana bu sırrı söyleyeceğim. Sırrı sadece sen ve ben bilmeliyiz. Üçüncü bir kişi öğrenirse, en kısa zamanda bizi öldürürler. Şunu unutma ki, yeraltı örgütü provokatörlerle kaynar. Yani en yakın arkadaşın da olsa, kimseye güvenmeyi bile düşünme.”
Zevkini çıkarmayı bile düşünmeden, şarabı bir dikişte içiverdi. Mac’e doğru eğilerek konuşmasını sürdürdü: “Merkez’in yerini biliyorum. Kontrolünü ele geçirebilecek tek kişi sensin. Merkez’i nasıl ele geçireceğini ve sonra ne gibi önlemler alabileceğini planladım. Bu planı uygulayarak Devlet’in başına geçeceksin. Ben de ekonomik ve siyasi konulardaki danışmanın olacağım. Bu gibi konularda eğitimli olmadığını biliyorum. Bakış açına genel hatlarıyla katılıyorum.
Kesinlikle sana muhalif değilim. Görüşlerini destekliyorum; çünkü hiçbir şey şu an olduğu kadar kötü olamaz. Benden bu kadar. Şimdi sıra sende.”
Mac sessiz kaldı; parmaklarının arasında şarap bardağını döndürürken, savcı onun bir cevap vermesini heyecanla bekliyordu. Savcı vücudunda bir hafiflik hissediyordu. Sanki orada değildi. Sanki havada asılı durmuş, yukarıdan ay-dınlatılmış konforlu köşede sessizce oturan Mac’i ve onun yanındaki katı, hiçbir şeyin farkında olmadan koltuğuna yaslanmış varlığı izliyordu.
Sonunda Mac sessizliği bozdu.
“Merkez’i ele geçirdiğimde, hayatta kalma şansım nedir?”
“Yüzde elli. Belki de daha çok. Bilemiyorum.”
Mac yine uzun bir süre duraksadıktan sonra: “Anlaştık.” dedi. “Merkez nerede?”
XIX
Öğlene doğru telefon çaldı. Maxim ahizeyi kaldırdı. Telefonun diğer ucundaki savcıydı.
“Bay Sim’le görüşmek istiyorum.”
“Benim.” dedi Maxim. “Alo.” Tam da o sırada bir şeylerin olduğunu hissetti.
“O döndü. Bir an önce başlayabilir misin?”
“Evet.” Maxim alçak sesle konuşuyordu. “Ama bana bir söz vermiştiniz…”
“Zamanım yoktu.” Sesinde panik belirtisi vardı. “Hiç zamanımız kalmadı. Bir an önce başla. Otuz-kırk dakika içinde burada olur.”
“Anlıyorum. Başka bir şey var mı?”
“Hepsi bu. İşe koyul, Mac. İyi şanslar!” Maxim telefonu kapatıp birkaç saniye öylece oturdu ve bir sonraki hareketini tasarladı. “Massaraksh, ne kargaşa. Fakat hâlâ düşünmeye zamanım var.” Tekrar ahizeyi kaldırdı.
“Profesör Allu, lütfen.”
“Benim!”
“Zef, ben Mac.”
“Massaraksh, sana bügün beni rahatsız etmemeni söylemiştim.
“Sus ve dinle. Hemen lobiye in ve beni bekle.”
“Massaraksh, meşgulüm.” Maxim dişlerini gıcırdatarak asistanına dik dik baktı. O sırada asistanı şevkle hesap makinasıyla uğraşıyordu.
“Zef, hemen lobiye in! Anlıyor musun? Şimdi!” Telefonu kapatıp Vepr’in numarasını tuşladı. Şanslıydı. Vepr evdeydi.
“Ben Mac. Dışarı çık ve beni bekle. Bu acil!”
“Güzel” dedi Vepr. “Yoldayım.”
Telefonu kapatıp elini çekmeceye soktu ve ulaşabilidği ilk, dosyayı çıkardı. Düşünmeden sayfaları karıştırırken, telaşla yaptığı hazırlıkları gözden geçirdi. “Araba garajda. Bomba arabanın bagajında ve depo tamamen dolu. Silahımız yok.