Выбрать главу

“Devam edin, ateş edin. Bir dakika içinde boşa zaman harcadığınızı anlayacaksınız. Aşağı inebilmek için önce asansör kabinini yukarı çekmelisiniz. Artık şansınızı yitirdiniz.”

Etrafına bakındı. “Massaraksh, yine kötü haber. Burada bir değil üç giriş var. Karşımdaki üç tünel de birbirine benziyor.

Aha, ikisi sadece yedek jeneratör girişi. Bir tanesi çalışırken diğer ikisi onarılıyor olmalı. Peki şimdi hangisi çalışır durumda? Galiba şu.” Ortadaki tünele daldı. Bu sırada asansör büyük bir gürültüyle çalıştı. “Çok geciktiniz, dostlarım. Tünel uzun olsa da, bileğim ağrısa da bana yetişemeyeceksiniz. Ah, işte dönüş gözüktü. Bok herifler, beni asla yakalayamayacaksınız.” Çelik bir plakanın arkasında gürüldeyen jeneratöre ulaştı ve burada birkaç saniye dinlendi. “İşin büyük kısmı bitti. Bundan sonrası kolay. Birkaç dakika içinde asansörle aşağı inip paldır küldür tünele dalacaklar. Fakat depresyon yayıcılarının onları püskürteceğinden haberleri bile yok. Şimdi başka ne olabilir?

Koridora göz yaşartıcı bomba atabilirler. Hayır, hayır böyle bir şey yapacaklarını sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle göz yaşartıcı bombaları yoktur. Muhtemelen alarmı artık duymuşlardır. Aslında Yaratıcılar depresyon yayıcısını kapatarak bariyeri ortadan kaldırabilirler. Ama bunu yapmayı beceremezler. İsteseler de çok geç kalacaklar. Her birinde bir anahtar var ve bu anahtarların bir araya gelmesi için beşinin de toplanıp ortak bir karar almaları gerekir. Hepsi de içlerinden birinin komplo kurduğundan ya da tüm bu olayların provokasyon olduğundan şüphelenecektir. Her şeyden öte, radyasyon bariyerini kim aşabilir ki? Tabii ki sadece Strannik!

Muhtemelen gizlice radyasyona karşı koruyucu bir cihaz üretmiştir. Ama yukarıdaki altı silahlı muhafız onu durdurur.

Böylece beni engelleyebilecek kimse kalmaz.” Karanlık tünel civarında hafif makineli tüfeklerin takırdağını duyabiliyordu.

“Devam edin, salaklar. Umurumda değil. “Eğilerek ana güç şalterinin kapağını dikkatle çıkardı ve kapağı köşeye fırlattı.

“Evet, dostlarım, işte başlıyoruz. Kendimi bir makineyi büyük bir aceleyle tamir etmeye çalışan acemi bir teknisyen gibi hissediyorum. Daha ne aradığımı bile bilmiyorum.

Massaraksh ne biçim bir dizaynı var. Yalıtımı yok mu bu şeyin! Ah, işte. Şey… Savcının da söylediği gibi. İyi şans!”

Yere çöküp ana güç şalterinin başına geçti. Elinin tersiyle alnından akan terleri silecek zamanı sonunda bulmuştu. Evet başarmıştı. Depresyon alanı, güçlü bir fırtına gibi Sefiller Diyarı’ndan Khonti sınırına, okyanustan Alebastra Dağları’na kadar tüm ülkeyi etkisi altına almaya başlamıştı.

Silahlar susmuştu. Depresyon alanı muhafızları ezip geçmiş, hepsi dizleri üzerine çökmüştü. “Şu depresif salakları görmeyi ne çok isterdim” dedi Maxim kendi kendine.

“Savcı tüm yaşamı boyunca ilk defa bir radyasyon saldırısını memnuniyetle karşılayacak. Ama ben daha çok suratının ne hale geldiğini merak ediyorum. Yaratıcılar şu an, neyin onlara vurduğunu bile anlayamadan, Yüzbaşı Chachu’nun deyişiyle pençeleri yukarıda, acı içinde kıvranıyorlardır. Ya Chachu? O da şimdi diğerleriyle beraber yerde acı içinde kıvranıyordun Lanet olsun, onun bu durumu bana büyük haz veriyor. Zef ve diğerleri de tıpkı herkes gibi yere yapışmıştır. Strannik! Mükemmel! Onun da aynı acıyı çektiğine eminim. Koca kulakları iki yana saçılmış, yerde yuvarlanıp duruyordun Tanrım ne kulaklar ama! Tüm ülkede Strannik’in kulaklarının bir benzeri daha yoktur. Belki de şu an onu vurmuşlardır. Bu daha iyi olurdu.

Ya Rada, Rada’m, o da bir yerlerde depresyon nöbeti geçiriyordur. Boşver, nöbetlerin ona acı vermediğini biliyorum.

Zaten fazla uzun sürmeyecekler. Tanrım, Vepr.”

Yerinden sıçrayıp ondan ayrıldığından beri ne kadar zaman geçtiğini düşündü. Geri dönüp tünelde koşmaya başladı.

“Vepr de herhalde yere uzanmış, öylece duruyordur” diye düşündü. “Ancak depresyon saldırısından önce silah seslerini duymuşsa, olduğu yerde durmamıştır.” Asansöre doğru koştu. Bir an durup yere uzanmış muhafızlara baktı. “Ne rahatsız edici bir sahne!” diye düşündü.

“Gözyaşlarını silecek kadar bile güçleri kalmamış. Güzel, ağlayın! Belki size faydası dokunur. Kardeşim Guy için, Ordi için, Gel için, dostum Forester için ağlayın. Size bakınca çocukluğunuzdan beri ağlamadığınızı anlıyorum. Her ne olursa olsun, öldürdükleriniz için hiç ağlamamışsınızdır.

Şimdi en azından kendi ölümünüze ağlayın.”

Asansör çabucak onu yüzeye taşıdı. Sıra halinde odalar subaylar, lejyonerler, sivil görevliler ve geri hizmetlilerle doluydu. Hepsi de silahlıydı ve ya yere çökmüş ya da uzanmış, keder içinde hıçkıra hıçkıra ağlıyor, mırıldanıyor, elleri titriyor ya da göğüslerini yumrukluyorlardı. “Massaraksh, ne manzara! Siyah radyasyon… Şimdi Yaratıcılar’ın bunu kara günler için neden sakladığını anlayabiliyorum.”

Güçsüzce hareket eden bedenlerin üzerinden sıçrayarak lobiye doğru koştu. Neredeyse taş basamaklara tepetaklak yuvarlanacaktı ki arabasının önünde durmayı başardı. Korkudan nefesi kesilmişti. Vepr’in sinirleri dayanıklıydı. Ön koltukta gözleri kapalı bir şekilde uzanıyordu.

Maxim bagajdan bombayı alıp, üzerindeki yağlı kâğıdı atıp acele etmeden asansöre döndü. Fünyeyi adamakıllı kontrol edip saatini ayarladıktan sonra bombayı asansöre koydu ve “aşağı” düğmesine bastı. Kabin, on dakika sonra özgürlüğü kucaklayacak ateşli bir ruhu, ölüler ülkesine taşıyarak gözden kayboldu.

Arabasına dönerek Vepr’i dik durumda koltuğa yasladı ve arabayı park ettiği yerden çıkardı. Ağır ve aptal gri bina, içinde mahkûm ettiği, ne yürümeyi ne de neler olduğunu anlamayı becerebilen insanlarıyla kıyameti andırırcasına önlerinde duruyordu.

“Burası bir yılan yuvası” diye düşündü Maxim. “İçi özenle seçilip toplanmış ve yayıcıların büyüsüyle daha fazla çöplüğe dönüştürülebilecek süprüntülerle dolu. Hepsi bu ülkedeki insanların düşmanı ve hiçbiri bir an için bile beni veya dostlarım Vepr’i, Zefi, Rada’yı kandırmaktan, vurmaktan ya da çarmıha geçmekten çekinmezdi. Daha öncelerim hiç bu yönde gelişmemişti. Eğer gelişselerdi, yolumu tıkarlardı. Balıksurat gözümün önüne gelebilirdi. O bu yılan yuvasına hapsedilmiş tek — Balıksurat’la neden bu kadar ilgileniyorum ki? Onu ne kadar tanıyorum? Tamam, bana dillerini öğretti, yatağımı yaptım, ama artık onu unutmalıyım. Bu gezegende Balıksurat’tan başka tehlikede olan milyonlar var. Şu andan itibaren tek önemli olan nokta; herkesin de yapacağı gibi, tam bir ciddiyet içinde savaşmak. Bir yanda aptallarla, radyasyon saldırılarıyla yaratılan berbat çılgınlarla, diğer yanda radyasyon saldırılarını yönlendiren kurnaz, umarsız ve açgözlü ahmaklarla savaşmalısın. Onlar kötü niyetli, şeytanî kuklalar, aynı yayıcıları kullanarak iyi niyetli sözde ahlâklı kuklalara çevirmekten çekinmezdi… Onlar seni, arkadaşlarını ve inandığın değerleri ortadan kaldırmaktan çekinmezdi…

Wizard ne demişti: “Vicdanının mantıklı düşünmeni engellemesine izin verme. Koşullar seni zorladığında da mantığının vicdanını boğmasına göz yumma.” O haklıydı.

Söyledikleri acı olduğu kadar gerçekti de. “Evet, bugün başardığımı dostlarım ‘ustaca bir iş’ diye nitelerdi. Vepr bugünü görmek için yaşadı. O, peri masallarındaki gibi mutlu bir sona inanırdı. Tıpkı Forester, Ordi, Green ve Gel Ketshef, kardeşim Guy, düzinelerce diğerleri ve daha hiç görmediğim yüzlerce insan gibi… Yine de kendimi kötü hissediyorum. Ama insanların gelecekte bana güvenip beni izlemelerini bekliyorsam, onlara benim için en önemli anın, hâlâ zaman varken bombayı etkisiz hale getirip bu uğursuz yerden kaçmak olduğunu söylemek yerine, kurşun yağmurunun arasına sıçrayarak daldığım o an olduğunu anlatmalıyım.”