Выбрать главу

“Öyle ya da böyle” dedi Maxim, ağzına yemeğinin son parçasını tıkıştırırken. “Berbat bir durumdayım. Hiçbir yere gidemeyeceksem, dillerini öğrenmem daha iyi olur.” Maxim, iç çekerek yerinden doğruldu. Bu sırada diğerleri koridora girdi. Koridorun uzun, kirli mavi ve kapılarla dolu duvarları tıpkı Maxim’in odasınınkilere benziyordu. Maxim burada kimseyle karşılaşmamıştı fakat çok nadir olarak kapıların arkasından gelen heyecanlı sesler duyuyordu.

Büyük olasılıkla diğer yabancılar, kaderleri hakkında verilen karara kadar burada tutuluyorlardı.

Balıksurat, önünde erkeksi uzun adımlarla, bir sopa kadar dik yürüyordu. Maxim onun için üzüldü. Görünüşe bakılırsa bu ülke hâlâ kozmetik sanatlardan haberdar değildi ve zavallı Balıksurat da kendi hünerine güvenmek zorundaydı.

Profesörün asistanları onu aşağılıyor, profesörse onunla hiç ilgilenmiyordu. Bunlar da ona kendi dikkatsiz yaklaşımını hatırlatıyor ve vicdanı onu rahatsız etmeye başlıyordu.

Arkasından gelip ona yetişti, sırtına dostane bir şekilde vurarak okşadı ve “Nolu, güzel kız. İyi kız” demeye başladı.

Kadın buz gibi bir yüzle Maxim’e baktı, elini itti. Çok sinirli ve kesin bir şekilde “Maxim kötü. Erkek. Kadın.

Yapmamalısın” dedi.

Maxim çok utanmıştı ve geriden onu takip etmeye devam etti.

* * *

Koridorun sonuna vardıklarında, Balıksurat, kapıyı iterek açtı ve Maxim’in bir resepsiyon odasına benzettiği geniş ve aydınlık odaya girdiler. Pencereleri zevksizce dikdörtgensi demir çubuklardan oluşan kafesle kaplanmıştı. Hippo’nun laboratuvarına açılan yüksek kapı ise deriyle donanmıştı.

Maxim’in anlayamadığı nedenle, iki iriyarı yerli de sürekli kapıda duruyordu. Bunlar hiçbir zaman selamlamalara cevap vermiyor, neredeyse hareketsiz, bir trans halindeymiş gibi oturuyorlardı.

Her zaman olduğu gibi, Balıksurat, Maxim’i resepsiyon odasında bırakarak, doğruca laboratuvara gitti. Maxim, yine kapıda duranlara selam verdi ve doğal olarak hiçbir cevap alamadı. Laboratuvarın kapısı hafifçe aralıktı ve Maxim, Hippo’nun yüksek ve rahatsız edici sesiyle mentoskobunun fıkırtısını duyabiliyordu. Pencereye yürüdü, bir an ıslak manzaraya baktı. Yüksek ve metal kuleden, ağaçlı ova, süper otoban sislerin içinden güçlükle görülebiliyordu. Kısa bir süre içinde manzaradan sıkıldı. Çağrılmayı beklemeden laboratuvara girmeye karar verdi.

Labaratuar alışıldığı gibi, ozonun memnuniyet verici kokusuyla doluydu. Ekranlar yanıp sönüyordu. Maxim’in adının söylenmesi imkansız olduğu için “Ayaklı Abajur” ismini taktığı, kel, aşırı çalışan asistan, aygıtı ayarlıyormuş gibi yaparak laboratuvarda süren tartışmayı dinliyordu.

Hippo’nun masasının arkasında ve onun sandalyesinde karemsi, soyulmuş suratlı, kanlı şiş gözlü bir yabancı otur-maktaydı. Hippo onun önünde hafifçe eğilmiş bir şekilde, bacakları birbirinden ayrık, ellerini oraya buraya oynatarak duruyor ve bağırıyordu. Boynundaki damarlar şişip duruyor, kafasının keli güneş batımındaki gibi alev alev parıldıyor, konuşurken ağzından etrafa tükürükler saçıyordu!

Maxim, dikkat çekmemeye çabalayarak çalışma bölümüne yürüdü ve asistanı alçak sesle selamladı. “Ayaklı abajur” sinirden bitkin düşmüştü ki, birden irkildi ve kalın bir kabloya takıldı. Maxim, onu güçlükle omzundan yakaladı. “Ayaklı abajur” afallamıştı. Maxim’den ölesiye korkmuştu. Balıksurat elinde tıpası açılmış küçük bir şişeyle belirdi ve şişeyi “ayaklı abajur”un burnuna tuttu. “Ayaklı abajur” hıçkırdı, ayılmıştı.

Tekrar bayılmadan önce Maxim onu çelik dolaba yasladı ve hemen geri çekildi.

Maxim, test iskemlesine oturduktan sonra yabancının Hippo’yu dinlemeyi bırakıp kendisini dikkatle incelediğini farketti. Yabancının başını hafifçe yana eğdiği sırada Hippo masaya yumruğunu vurdu ve telefonu kaptı. Bu aradan faydalanan yabancı konuşmaya başladı, fakat Maxim sadece “yapmalısın” ve “yapmamalısın” kelimelerini yakalayabildi.

Ardından yabancı kalın mavimsi, yeşil kenarlı bir kâğıt yaprağı alarak, Hippo’nun gözlerinin önünde sallamaya başladı. Hippo bundan rahatsız bir biçimde eliyle kâğıdı bir yana iterek telefonda bağırmaya başladı. “Yapmalısın ve yapmamalısın” sözcükleri ve hâlâ bir muamma olan “massaraksh” deyişi ağzından yinelenerek dökülüyordu. Bu sırada Maxim “pencere” kelimesini söylediğini yakalayabildi.

Konuşma, Hippo’nun ahizeyi sinirli bir biçimde çarpmasıyla başladı. Yabancıya bağırarak lanetler yağdırdıktan sonra hızlı bir şekilde kapıyı çarparak dışarı çıktı.

Biraz sonra yabancı oturduğu yerden doğrulup pencere kenarında duran uzun düz kutuyu açtı ve koyu renkli bir elbise çıkardı.

“Buraya gel” dedi Maxim’e “Bunu giy.” Maxim, Balıksurata baktı.

“Hadisene!” dedi Balıksurat “Giy onu. Giymelisin.”

Maxim bir yerde birilerinin, kendisi hakkında beklediği kararı verdiğini ve bir şeylerin değişeceğini anlamıştı. Yabancının da yardımıyla çirkin kostümünü üzerinden sıyırdı ve yeni giysiyi giydi. Giysi ne rahat ne de şıktı, fakat yabancının giydiğiyle aynıydı. Belki de Maxim’in ceketinin kolları kısa, pantolonu da bol olduğu için, fazla giysilerinden birini ona vermişti. Ne olursa olsun herkes Maxim’in görünüşünden memnundu. Yabancı mırıldanarak, onayladı. Balıksurat’ın yüz ifadesi Maxim’in pantolonunu ve ceketini düzeltirken yumuşadı. Ayaklı abajur bile kontrol panelinin arkasından ölü ölü gülümsedi.

“Yabancı kapıya doğru yürüdü ve “Gidelim” dedi.

Maxim Balıksurat’a “Hoşçakal” dedi ve Lincos dilinde ona teşekkür etti.

Balıksurat “Hoşçakal!” diye yanıtladı. “Maxim İyi. Güçlü.

Gitmeli.”

Üzgün görünüyordu. Ya da, belki, giysinin ona pek de yakışmadığını düşünüyordu. Maxim solgun Ayaklı abajur’a el salladı ve yabancıyı aceleyle takip etti.

Büyük, modası geçmiş aygıtlarla kaplı birçok dağınık odayı geçtikten sonra hızlı bir asansörle birinci kata indiler ve Guy’un, Maxim’i birkaç gün önce teslim ettiği alçak tavanlı antreye girdiler. Şimdi de yine o günkü gibi, birkaç doküman hazır olana kadar beklemek zorundaydı. Garip bir başlık giymiş küçük, komik bir adam gelerek pembe kartlara bir şeyler çizdi. Yabancı da yeşil olanlara bir şeyler çizerken, optik amplifikatör giymiş bir kız da kartlara çentikler atıyordu.

Daha sonra da herkes kartlarını birbiriyle değiştirdi ve her şey karıştı. En sonunda garip başlıklı küçük adam yeşil kartlar ile pembe kartı aldı. Yabancı ise iki pembe, bir kalın mavi kartla, üzerinde yazı olan yuvarlak bir etiket aldı. Bir dakika sonra da hepsini çıkışta duran parlak düğmeli iri adama verdi. Dışarıya çıkar çıkmaz, iri adam boğuk sesle bağırmaya başladı, bunun üzerine yabancı tekrar geri döndü. Herhalde mavi kartı yanına almayı unutmuştu.

Maxim, uzun, gülünç otomobilde yabancının sağında oturuyordu. Yabancı bir şeyden rahatsızdı. Özlüyor, çabuk çabuk soluyor ve Hippo’nun favori küfrü “Massaraksh”ı tekrarlayıp duruyordu.